İşimden istifa edip de yola çıkışımın ardından, koca 1 yıl geride kaldı, tam 365 gün! Bugün evden ayrılıp seyahate başlamamın birinci yıldönümü. 4 Ağustos 2010 günü İstanbul’dan tek yön Bangkok uçak bileti alarak yola çıkmıştım.
Evim, ailem, kedim, ödemeler, faturalar ve bildik sesler, renkler ve tatları geride bıraktığım maceram başlamıştı. Bambaşka seslerin, kokuların ve tatların arasına karışmış, geçmişe yabancılaşıp gelecekte kaybolmaya gelmiştim. Bu kayboluşun ilk durağında hayatımın en uzun tatilini yapmıştım, tam 1 ay! 14 yıllık profesyonel iş hayatından sonra bunu hak etmiştim sanırım.
Masalsı ülke Yeni Zelanda’da 7 ay
Tayland’dan ayrılma vakti gelince Kuala Lumpur aktarmasıyla, 3 Eylül 2010’da, uzun bir yolculukla Yeni Zelanda’nın Auckland şehrine uçmuştum. Uzun süren yolculukların beni hiç sıkmadığını bu seyahatlerimde fark ediyordum. İngilizce dil eğitimi için gittiğim bu masal ülkesinde 7 ay yaşamıştım.
Christmas tatilini fırsat bilip 1 ay boyunca Yeni Zelanda’nın altını üstüne getirmiştim ve bu seyahat tüm hayat felsefemi ve geleceğimi değiştirmişti. Uzun otobüs yolculukları yapmış, hosteller ile ilk defa tanışmış, bungee jumping, skydiving gibi çılgın aktiviteler yapmış, hiç tanımadığım gezginlerle sohbetler etmiş ve couchsurfing ile tanışmıştım.
Kanatlarımı açıp, önyargılardan arınmış özgür bir ruh haliyle farklı kültürleri, coğrafyaları, egzotik güzellikleri ve lezzetleri keşfetmeye giden yolculuğumun bir sebebi varsa, o da Yeni Zelanda’daki bu 1 aylık gezimdir, kırılma noktalarımdan diğer biridir. Bu seyahat gezi tarzımı da belirlemişti. Anlatılacak delice şeyler yapmış, çılgın aktiviteler ile kendimden geçmiş, yep yeni pencereler açmıştım kendime.
Yeni Zelanda turumdan döner dönmez Auckland’ın merkezindeki deniz manzaralı odamı terk edip, 2 arkadaşımın kaldığı küçük bir daireye taşınmıştım. Kendime ait odam yoktu, mini mutfak ve 1 koltuğun ancak sığdığı küçük bir odada, 2 metrekarelik bir alanda yaşar olmuştum.
İnternetten aldığım ikinci el bir şişme yatağın üzerinde uyuyordum artık, uyku tulumum ile birlikte. Baş ucumda, dünyanın dört bir yanındaki ilginç rotalara enfes turla r düzenleyen STA kitapçıklarını hergün aralıksız bıkmadan okuyordum. Yola düşme fikrim netleşmemişti, ne yapacağımı bilmiyordum daha ama müthiş bir zevkler kitapçıkların sayfaları arasında gezinip duruyordum.
Diğer yandan dil okulunun bitmesine doğru Yeni Zelanda’da kalma planı yapıyor, sertifika programları veren okullarla sıkı pazarlıklara girişiyordum. Bu kurslardan birine yazılacak, kurs sonu bir iş bulacak ve böylece ülkede kalabilecektim.
‘Niçin Yeni Zelanda’da kalmalıyım?’ sorusunu sorunca kendime, buna net tatmin edici bir cevap veremiyordum. Pasaport ve vatandaşlık için mi? Buna değer miydi? Yeni Zelanda vatandaşı olabilmek için 5 yıl harcamak. 40’lı yaşların başındaydım ve hayatımın bu değerli 5 yılını, sırf pasaport almak için basit işlerde çalışarak geçiremezdim. Öyle de oldu, ansızın tüm planları, daha doğru gidişatı değiştirdim.
Tropikal cennet adaların ülkesi Fiji’de 15 gün
Auckland şehrine yerleşmeye doğru giden hazırlıklarımı son anda altüst eden bir karar alarak; bunun 1 hafta sonrasında kendimi, kartpostallara konu olan plajların ve adaların olduğu Fiji‘de bulmuştum. Takvim 30 Mart 2011’i gösterirken Okyanusya’nın bir ucunda, Türkiye’ye en en uzak yerlerden birindeydim.
Hindistan cevizi ağacı gölgesinde bembeyaz kumları, turkuaz denizi olan cennet gibi adaların ve bir doğanın içerisinde tam 15 gün geçirmiştim. Yerel halkın arasına karışmak istemiş ve gidip Fiji yerlilerinin evinde kalmıştım, otel yerine.
Bir gün işsiz kalıp, sonrasında beklenen klasik davranışı yeni bir iş arayıp tekrar çalışmak yerine, hayallerimi gerçekleştirmek için yola düşmem beni nerelere getirmişti. Her gün traş olup, takım elbisesini giyip işe giden mutsuz bir beyaz yakalı olabilirdim. Fiji’de hindistan cevizi ağaçları arasına gerilmiş bir hamakta uzanırken tam da aklımdan geçenler bunlardı.
Fiji Rotam: Auckland (Yeni Zelanda)→ Nadi→ Viseisei Köyü→ Lautoka→ Viseisei Köyü→ Kuata Adası→ Waya LaiLai Adası→ Viseisei Köyü→ Nadi→ The Coral Coast→ Suva→ Lautoka→ Viseisei Köyü→ Nadi→ Sidney (Avustralya)
Tazmanya, Avustralya: 3 günlüğüne gitmiştim, 21 gün kaldım
Hayatımda aldığım en güzel kararın ilk rotalarında biri olan tropikal adalar ülkesi Fiji’den 15 Nisan 2011’de ayrılıp, yepyeni deneyimler yaşayacağım, kızıl kıta Avustralya’ya uçmuştum. Bir çok yeni arkadaş ve hatta ailem diyebileceğim yeni insanalarla bu ülkede tanışmış, HelpX deneyimini ilk defa bu ülkede yaşamıştım.
Hayatımda ilk defa bu kıtada araba kullanmıştım, hem de dünyanın en güzel doğasına sahip, aşık olduğum bir adada, Tazmanya’da. Araçların yolun solundan aktığı bu adada, kiraladığım aracımla, toprağın bile görülmediği, yosun bağlamış yağmur ormanları, şelaleler, göller, milli parklar içinde, olağanüstü bir doğada 4 gün 1,500 km yol kat ederek Tazmanya Adası’nı boydan boya dolaştım.
Hayatımda ilk defa yine bu ülkede karavan kiraladım. Tazmanya’nın başkenti Hobart’dan başlayıp, Avustralya’nın güneyindeki Adelaide kadar uzanan 1500 km’lik yolda gördüklerim bir ömre yeterdi sanki.
19. yüzyıl köyü Ross Village‘da, karavanımı park edip, Orta çağdan çıkmışcasına duran bir cafede oturup, ilk defa eş zamanlı olarak bu okuduğunuz blogun ilk yazısını yayınladığımda tarih 09 Haziran 2011’di.
Bu tarih de hayatımın kırılma noktalarından biriyidi. Gezip gördüğüm yerleri, edindiğim bilgileri tek başıma yaşamak yerine, bunları yazıya döküp blog yazmak tüm hayatımı değiştirecekti. O zaman henüz bunu bilmiyordum.
Melbourne ve Adelaide arasında uzanan, dünyanın en güzel yollarından birini 7 metre uzunluğunda 3 metre yüksekliğinde karavanımla geçerken, harcadığım parayı söylesem kimse inanmazdı! Karavanı bedava kiralamıştım.
Seyahatimin her adımında yeni şeylerle karşılaşıyor, tanıştığım her gezginin bilgilerinden faydalanıyor, seyahat etmenin püf noktalarını öğreniyor, bu sayede çok daha az para harcayarak yepyeni deneyimlere yelken açıyordum.
Her öğrendiğim bilgiyle, her gördüğüm yeni yer, her karşılaştığım yeni ve ilginç kültürlerle zenginleşen dünyamın bana hissettirdiği haz tarifsizdi. ‘Yaşıyor’ olduğumu tüm hücrelerimde fark ediyordum
İkinci kez yine bedava karavan kiraladım. Bu defaki karavan gezimi yine bedavaya getirdiğim gibi, üzerine para bile kazanmıştım! Aborjinlerin bu kutsal diyarı Uluru gezimden sonra kiraladığım karavanla ilginç kayalıklar Devils Marbles, Mataranka Hot Springs ve 40 bin yıllık Aborjin yurdu Kakadu National Park gibi yerleri yolda edindiğim arkadaşlarımla birlikte gezdim.
Avustralya topraklarına Sidney ile adım attığımdan, kuzeyde tropikal iklime sahip Darwin şehrine varıncaya kadar 3 ay geçti. Avustralya kıtası maceramının da sonuna gelmiştim. Yeni rota, tapınakları, plajları ve ilginç kültürü ile öne çıkan Bali Adası’ydı.
Avustralya Rotam: Nadi (Fiji)→ Sidney→ Melbourne→ Hobart (Tazmanya-Araç Kiralama)→ Bicheno→ Freycinet National Park→ Launceston→ Strahan→ Hobart (Karavan)→ Richmond→ Devonport (Feribot) Melbourne (Karavan)→ Torquay→Anglesea→ Lorne→ Apollo Bay→ Port Campbell→ Warmambool→ Port Fairy→ Mount Gambier→ Narrung→ Adelaide→ Coober Pedy (Otobüs)→ Alice Springs→ Uluru→ Alice Springs (Karavan)→ Tennat Creek→ Katherine→ Mataranka→ Kakadu National Park→ Darwin→ Bali (Endonezya)
Endonezya: Bir uçtan bir uca 2 aylık bir gezi
Tam 90 gün süren Avustralya maceramdan sonra, 13 Temmuz 2011’de Endonezya’nın Bali Adası’na geçmiştim. Bu satırları Endonezya’nın Lombok Adası’nın Senggigi kasabasından yazıyorum, 3 haftadan beri Endonezya’dayım.
Bali’deki ilk gün kaldığım hostelde tanıştığım İran asıllı Hollandalı Farid ile seyahat ediyorum. Önce Ubud ve Mas Köyü‘nü motosikletle keşfettik. Birlikte bir minibüs kiralayıp Bali tapınakları ve meşhur Kopi Luwak kahvesinin hazırlandığı plantasyon çiftliklerine uğradık, meşhur pirinç tarlalarını gezdik.
PADI dalış kursumuzu almak için Amed Kasabası‘nda birkaç gün kalıp, popüler batık dalış noktası Tulamben‘de daldık. Burada kiraladığımız lokal balıkçı teknesiyle, Bali ve Lombok arasındaki 40 km’lik deniz yolunu 5 saatte geçerek, Lombok Adası’nın ünlü Gili Adaları‘na geçtik. Hoş bir maceraydı.
Endonezya Rotası: Darwin (Avustralya)→ Denpasar→ Canggu→ Kuta→ Ubud→ Amed→ Gili Adaları (Lombok) → Lombok→ Padangbai (Bali)→ Kuta→ Gilimanuk→ Bangyuwangi (Java)
Yerde uyudum, yer altında da çadırda da lüks evde de
Her ülke, her şehir, kasaba ve köy yeni bir deneyim demek benim içib. Ailemi, evimi ve arkadaşlarımı çok özledim, ancak ‘Valizimi açtığım yer evimdir‘ anlayışıyla dolaştım bu uzak coğrafyaları. Çok güzel otellerde uyudum Tayland’da, battaniyesiz yerde de uyudum Lake Tekapo kasabasında soğukta.
Çöl kasabası Alice Springs, Avustralya, 24 kişilik hostel ranzası olan hostel yatakhanesinde de uyudum. Birkaç yüz yıl önce yamyam olan Fiji’nin, Viseisei köyünde sinekler, böceklerle dolu kirli bir evde uyudum; Coober Pedy’de ise yer altındaki kayalara oyulmuş odadaki ranzada.
Hiç tanımadığım bir Hintlinin lüks dairesinde uyudum Sidney’de. Sidney’de hiç tanımadığım biri, ilk tanışmamız sonrasında bana evinin anahtarını verip, gece vardiyasındaki işine gitti. Hobart’ta HelpX işi için yanlarına gittiğim ve hiç tanımadığım Bruce ve Lalita, kapısında hiç kilitlemedikleri evlerini bana bırakıp gittiler işlerine.
100 yıllık bir çiftlik evinde hiç tanımadığım birinin evinde uyudum 2 gece Yeni Zelanda’nın Kuzey Adası’nda; Wellington’da Simon bana lüks evinin anahtarını verip işine gitti. Couchsurfing seyahat dünyasının en iyi keşiflerinden biri olsa gerek.
Aborjinlerin kutsal mekanı Uluru’da çöl ortasında gece çadırda uyudum. Aktif yanardağ Mount Rinjani‘nin 2 bin metresinde çadırda da. Çölde de çadırda kaldım Sumatra’nın kuytu yağmur ormanlarında da. Çölde ateş başında yudumladım biramı soğukta; plajda yanan bambu ağaçlarının ateşinin etrafında da, yağmur ormanında da.
Karavanda uyudum dünyanın en güzel yollarından Great Ocean Road’ta, 40 bin yıllık Aborjin yurdu olan Kakadu National Park’ta. Kuş sesleriyle de uyudum, maymun sesleriyle de, papağan sesleriyle de.
Horoz sesleriyle uyandım Ubud’da, ezan sesleriyle uyandım Kuta’da. Lüks otel odasında akreplerle de uyudum, farelerle de, örümceklerle de, hamam böcekleriyle de. Elektrik olmayan köyde de kaldım, 20 yüzyılın en güzel şehirlerinde de.
Dünyanın en güzel yollarında Karavan sürdüm
Uçaklara bindim türlü türlü, gün oldu tren, otobüs, feribot, gün oldu karavan ve motosiklet oldu bindiğim. Bisiklete de bindim, Tayland’ta tuk-tuka, Endonezya’da nerdeyse her yanı dökülmüş eski minibüse, safari Jeep’ine de.
Tazmanya adasından Melbourne geçerken ve yine Wellington-Picton’a arasında koskocaman bir gemideydim; Bali’den Lombok Adası’na 40 km’lik deniz yolunu geçerken küçük balıkçı yelkenlisiyleydim.
Araç kiralayıp yağmur ormanlarında 1.500 km otomobil kullandım Tazmanya’da; Darwin’de bisiklet kullandım kilometrelerce, ama henüz ata binmedim (Filipinler’de bindim sonra).
Dalış sertifikamı Bali’de aldım, en güzel batık gemilerinden birine daldım; şnorkelle daldım, deniz kaplumbağaları, binlerce renkli balık ve deniz yılanları ile yüzdüm Gili Adaları’nda. Fiji’de ve Bali’de köpek balıklarıyla yüzdüm.
Kuta’da surf yapmaya çalışıp dermansız kalırken, dalış okulunun yüzme havuzunda scuba diving öğrenirken dermansız kaldım. Surfing yapmayı –henüz- öğrenemedim ama 16 metreye dalış yapmayı öğrendim.
Soğuk krater gölünde de yüzdüm, lavların ısıttığı sıcak suda da. Yüzdüm, yürüdüm, içtim, uyudum, ateş başında yerli insanların müziklerini dinledim güzel plajlarda gezdiğim ülkelerin.
Halk pazarlardan yaptım alışverişimi, kendi yemeğimi pişirdim hostellerde. Rotary Club’ın Fiji’deki öğrencilere yardım için düzenlediği kilisedeki yardım yemeğine de katılırken Tazmanya’da, Sydney’de RSL Club’ta lüks menülerden de tattım.
Bali’de bir balıkçı ile balığa çıkıp kendi avladığım balıkları yedim, gün oldu aç da yattım, parasızlıktan değil tembellikten, yorgunluktan.
Endonezya’nın Lombok Adası’nın meşhur aktif yanardağı Mount Rinjani’de 2.000 metrede, nerede, nasıl ve ne hijyenle yapıldığına bakmadan pirinç pilavını kaşıklarken, Avustralya’nın güneyindeki sayfiye kasabası Port Campbell kasabasında muhteşem güzellikteki gölün kenarına park ettiğim karavanımda pişirdiğim kuru fasulyeyi kaşıkladım.
Birbirinden nefis yerel yemeklerin tadına vardım gittiğim her ülkede, kaldığım her evde öğrendim yeni, yerli ve ilginç yemekleri. Kanguru eti de yedim, köpek ve kurbağa da tattım ama hala solucan, hamamböceği ve çekirgeyi tatmaya cesaret edemedim (Krabi, Tayland’da tattım). Hiç görmediğim, bilmediğim, tatmamış olduğum tropikal meyvelerden tattım, favorim hala karpuz.
Hayvanat bahçelerinde yüzlerce çeşit hayvan gördüm, doğal ortamlarında özgürce dolaşan kanguruları, wallabileri, yabani develeri ve timsahları, papağanları gördüm Avustralya’da.
Gürültücü Tazmania canavarını gördüm, Yeni Zelanda’nın Kaikora kasabasında fok balıkları ve albatrosları, Avustralya Alice Springs’te emuları, dünyanın dibindeki ülke Yeni Zelanda’da binlerce koyunu.
Yürüdüm, koştum, tırmandım, atladım, daldım…
Bir günde 20 kilometre yürüdüm Aborjinlerin kutsal kayaları Uluru ve Kata Tjuta’nın etrafında; gün oldu hostelimden dışarıya adımımı atmadım, sıkıntıdan değil muhabbetten, keyiften, tembellikten. 4 gün boyunca dolaştım, tırmandım, yürüdüm, yağmur ormanlarında, dağlarında, plajları ve göllerinde dörtte üçü ulusal park olan Tasmania’nın.
Yeni Zelanda’da Franz Josef Buzula tırmandım ayağımda çivili ayakkabılarla, 3729 metre yüksekliğindeki Rinjani Dağı’nda 3 günde 40 km yürüdüm ayağımdaki sıradan ayakkabılarla.
15.000 metreden kendimi boşluğa bıraktım skydiving yaparken, 47 metreden atlayıp bungee jumping yaptım Taupo’da, korktum hem de çok korktum ama yine de yaptım. Teleferiklere de bindim, kamyonet kasasına da ama henüz otostop yapmadım (Malezya’da bolca yaptım sonra).
Film izledim gittim ülkelerin sinemalarında, izledim Dr. House’un tüm sezonlarını ve onlarca filmi laptopumdan. Satranç oynadım tanımadığım insanlarla, bilmediğim iskambil oyunları öğrendim ama hala tavla oynamayı öğrenemedim.
Kaikora’da ve Fiji’de yüzlerce tahta kurusu, böcek tarafından ısırıldım, Kakadu National Park’ta kan emici sivrisineklerce. Farkında olmadan içme suyu yerine birikmiş yağmur suları içmişim Fiji’de, sadece 2 gün biraz rahatsızlık hissettim; alerji oldum Melbourne’de ama umursamadım.
Tazmanya’da zehirli örümcekler ısırdı elimi ben uyurken, 1 ayda ancak yarası kapandı ama hiç insan tarafından ısırılmadım, acıtılmadım, aldatılmadım yolda. Türlü türlü insanlarla tanıştım, türlü türlü dostlar edindim.
Nüfusları birkaç milyonluk olan ülkelerin gezginleri ile defalarca karşılaşırken, memleketimden bir gezginle hiç karşılaşmadım, üzüldüm. Facebook hesabımdaki kişi sayısı yarı yarıya arttı. Her insan yeni bir deneyim demek, tanıştığım her insan bir şekilde hayatımı etkiledi.
Christchurch’te hostel odamda, alt ranzamda kalan, yüzünü hiç görmediğim bir İngiliz ile karanlıkta sohbet etmem, şu an Endonezya’da olmamın sebebiydi. Endonezya’yı öyle bir övmüştü ki, gitmeyi düşünmediğim bu ülkeyi Avustralya sonrasındaki rotama koymuştum.
Her gezginle ettiğim sohbetler ve edindiğim bilgilerle seyahatime yön verdim. Bilmediğim şeyler keşfettim, yerler gördüm bu sayede. Bazılarıyla yiyeceğimi, bazılarıyla kulaklığımdaki müziği, bazılarıyla karavanı ve kamp çadırını paylaştım.
Misyonerlerin mirası Hıristiyanlığı koyu bir şekilde yaşayan Fiji’de, incil okuma seremonilerini dinledim her akşam kaldığım evlerde, biribirinden ilginç seremonileri izleyip, inanılmaz büyüleyici müziği dinleyerek 5 saat geçirdim Bali’de, Mas Köyü’ndeki Hindu tapınağında. Kiliseleri ziyaret ettim, Budist ve Hindu tapınakları gezdim.
Kayboldum sokaklarında şehirlerin keyif aldım, kayboldum kalabalıkların içerisinde, ancak kendimi yalnız hissetmedim. İnsan kendisiyleyken nasıl yalnız kalabilir ki hem! Hep kaybolmak, yabancılaşmaktı zaten tarzım her zaman, ancak bu insanlardan kaçmak değil gittiğim coğrafyadaki yerli insanların arasına karışmak arzusuydu.
Kendime yabancılaşmak değil, geçmişte soluduğum havaya ve yaşadığım dünyaya yabancılaşmaktı, yabancılaştım, bir yabancıyım artık geçmişteki yaşamıma.
Hep uzaktan takip ettiğim güzel memleketimin güzel olmayan haberlerini. Özledim memleketimi, özleyeceğim memleketimi ama bir gün dönersem yine gitmek olacak ilk işim, hem de uzaklara. ‘Yolda olmak‘ güzel bir şey ve yollar beni bekler.
Day 365, ID:22 Senggigi, Lombok. 4 Ağustos 2011
Yolda olmak beni her zaman heyecanlandırmıştır. İzlediğim bir filmde şu replik vardı; “Derler ki, açık bir yol, düşünmene yardımcı olur.”
Teşekkürler…
Bu da öyle güzel paylaşım olmuş
6 ay civarı asya turu yaptım, Tayland gerçekten kendine has bir ülke. Tek gelir kaynaklarının turizm olduğunu bilerek turistlere aşırı fazla değer veriyorlar. Thailer deseniz zaten 24 saatin 25 saati gülüyorlar. Doğa, deniz, tropikal iklim, Thaibox bekar yada aile ile seyahat eden her kesime hitap eden bir yer.
İnsanlara imkansız görünen yerler, sizin yaşanmışlıklarınız olmuş ne güzel. Her doğan güneşte, yeni hayatlara misafir olmak. Yaşadığını tam anlamiyla hissetmek sizinkisi.
Harika deneyimler. İş hayatına gömülmüş çok insana hayatın yaşanmaya keşfedilmeye değer olduğunu ispatlayan bir süreç. Tebrikler.
Sabah yazmıştım bunu (Ben sırtımda çanta yollarda olmak istiyorum ne işim var bir sürü robot tipli suratsızın arasında havasız boktan ofiste küçücük bir masada… ) Facebook profilime…
Şimdi bu hayali yaşayan sizi alkışlıyorum. Yolunuz hep güzel insanlarla kesişsin, şans ve kolaylıklar yanınızda olsun. Bizim gibi sistemin kölesi olmaya zorlanmış özgür ruhlara cesaret, umut versin yazılarınız fotoğraflarınız…
Cok guzel bir yazi, idolum oldunuz. Bizler de bu sehrin kalabaligindan kacip farkli cografyalari gorup gezmek icin cok iyi rehber oldunuz. Ben de sizin gibi gitmek istiyorum kırklı yaslarda. Yazilarinizin devamini bekliyorum.
Soluksuz okudum yazınızı, bana cesaret verdiniz. Teşekkür ederim
Rinjani’de yenen yemeklerin lezzeti bir başka oluyor. Özellikle akşam yemekleri. Bulutların üzerinde sanki yıldızlara dokunacakmışsınız gibi…
Farklı, güzel denyimler yaşıyorsun ve beni şaşırtmaya devam ediyorsun… Yazdıklarını okumasam ve biri bana anlatsa inanmazdım herhalde.. Kendine yetebilen ve kendini aşmış bir adam olarak yaşadıklarınla mutlu olacağını biliyorum… Keyifli daha uzun yolculukların olsun…
Yol insanı değiştiriyor. Kendini bir de bakıyorsun öz güven ve cesaret gerektiren şeylerin tam ortasında buluyorsun ve bazen zor dediğimiz şeylerin aslında kolay olduğunu, zoru zorlaştıranın düşünce şeklimiz olduğunu kavrıyorsun. Keyif bazen zorluklarda. Teşekkürler.
Hiç tanımıyorum seni ama inan bunca yazını bir çırpıda okudum ve saat kaç oldu. 1 yılı doldurduğun yazının altına yorum yapayım dedim. Neyse… Dünya cesurlarındır!
Çok teşekkürler. Katılıyorum “dünya cesurlarındır”. cesaret yok sa ümit de yoktur, keşfetmek de.
Bir sene önce, ben gelmişken ve sen gidecekken konuşmalarımızı hatırlıyorum.. Heyecanlıydın, keyifliydin ama bu kadar değil.. ne iyi olmuş yola düşmen.. Dost muyum değil miyim anlaşılmaz bu dediğimden ama, dönme istiyorum.. Kim bu kadar huzurludur ki yollarda?.. İyi yolculuklar…
Ama gitmektir benim
Yenilmezliğin dünyada.
Ve ben durmaz giderim
Bu can tende oldukça
Metin Altınok
Cok guzel yazmissin gecen 1 yilini… Okudum okudummm… Kimi yerinde gulumsedim, Komi yerinde huzunlendim, kimi yerinde gecmise gittin, kimi yerinde senin icin endiselendim, kimi yerinde yasadigin mutlulugu hissettim icinde ve keyfini paylastim… Evet bambaska bir Kemal bunlari yazan dedim en sonunda… Gezmek ve yollarda olmak sana iyi geliyor… Saglikla ve keyifle yollarda olmaya devam et Kemalcim… Ve bizimle paylasmaya tabi ki devam et… Ben de seni ozledim…. Sevgiyle…
Kültürler, diller, insanlar, lezzetler, doğa ve her şey, değdimiz her şey değiştiriyor bizi. Evet, gezmek bana iyi, ben yolları yollar beni seviyor. Görüşmek üzere arkadaşım.
Ne iyi olmus yollara dusmen. Yakin iken uzak dustugumuz, uzaklarda, yollarda yasadigin yabancilasmayla yakinlastigimiz bir seruven olmus. Artik seni uzaklar ceker durur, bundan sonra nefes aldikca yollara dusmek duser aklina. Tatdigin tadlar, egzotik kokular, tutsu ve sarabin sicakligi, binlerce yuzler; cogu sebebsiz gulumseyen, ortak dil ureten bakislar, denizin kopukleri, sabahin ayazi ;icini buz tutturup yenileyen, farkli diller ve renklerdeki insanlar ile farkli aksanlarda anlasmak,kamplar, oteller, geceler, sabahlar, yine yollar ve yolculuklar yolculariyla… Cok surmez geri donmek isteyeceksin daha varmadan, belki de yerlesmek uzere uzaklara…
Ayni zaman ve ayni yerde kalmisligimizin ardindan, ayrilan yollarimiz sonrasi benim bambaska bir yolculugum baslamisti, oglum Deniz`in icimde can almaya basladigini ogrendigim andan itibaren. Yolculugum onunla kesfetmek, ogrenmekle devam ediyor hayati; O`nun gozlerinde ve kelimelerinde… Tarifi olmayan bir yolculuk bu.
Hayatima katilanlarin yanisira ayrildiklarimda oldu, son yolculuklarina ugurladigimiz. Kaybetmek uzereyken hayatta kalmasi icin yolda tutmaya calistigimiz babamin pancreas kanserini mucizeyle yolundan cikarmasi; yasam ve olumun son bir yilda kendini cirilciplak gostermesi hayatima yeni tecrubeler ve degerler katmis oldu.
Senin hayatindaki kesifler ve keyiflerini okudum. Farkli zaman diliminde ve farkli sekilde gorsek de gecenin gune, gunun geceye kavusmasini hep ayni gokyuzunun altindayiz, iste simdilerdeki ortak noktamiz bu.
Yabancilasmanin yakinligindaki uzaklarda olman iyi. Ne iyi etmissin yollara dusmekle!
It’s me…
Evet Öz, ne hoş olmuş da yollara düşmemiz, Keşfediyoruz dünyayı ve farkediyoruz yaşadığımızı. Öğreniyoruz.
her ne kadar biraz geç tanımış olsam da seni ve bu blogu, bu hayatta olma fikrimin tek gayesini; “yolculuk” fikrini bana tekrar tekrar sevdirdin. okuduğum en güzel, en içten yazılardan biriydi. çünkü içinde hayal de vardı, umut da vardı, inanç da vardır, hüzün de vardır. kısaca hepsi vardı..
insan neye niyet ederse bu hayatta, onunla buluyor enerjisini yine bu hayatta kalmak için.
her şeyin yolunda gitmesi dileği ile..
“Felsefe yolda olmaktır.” K.Jaspers