Okyanusya ve Güney Asya’da yolda geçen 555 günden sonra fark ettiğim bir şey var. Seyahat hızım gittikçe yavaşlıyor. Sadece birkaç günün, bazen belki de birkaç saatin yeterli olabileceği destinasyonlarda bir haftadan fazla kalabiliyorum.
Bulunduğum şehri veya kasabayı daha iyi tanımak, sadece bildik yerleri değil, sokak aralarını da keşfetmek, insanların arasına karışmak, çevreyi daha iyi tanımak… Bir yerde anlamsız gibi görünen şekilde uzun süre konaklıyor olmama en büyük sebep bu olsa gerek. Diğer bir sebep de okuduğunuz bu blog ve çektiğim fotoğraflara göstermem gereken ilgi.
Halimden şikâyetim yok. Hal böyle olunca bazen kendimi gezginden çok bulunduğum ülkede yaşayan biri gibi hissediyorum ki bu ise bambaşka bir deneyim, hoşuma gidiyor.
Geçmişteki yurtdışı gezilerimde en çok arzuladığım şey yabancılaşmaktı. Konuştuğum dile, bildiğim insanlara, hep tekrarlanan alışkanlıklara ve hatta miss gibi leziz yemeklerimize yabancılaşmak. Bu aslında bir şekilde rutin iş ve ev hayatını geride bırakıp, yepyeni deneyimlere kapıyı açmaktı.
Şimdiyse bir yabancıyım; geride bıraktığım hayata, evime, eşyalarıma, alışkanlıklara, hatta dostlara. Hayal ve gerçeklik arasında gidip geliyor geçmişe dair yaşadıklarım. Bazen yaşanmışlıklar aklıma gelince gerçekliklerinden şüphe duyuyorum. O ben miydim? Ben mi yaşadım bunları?
Hoş ben geçmişte de mutlu biriydim (ya da öyle sanıyordum kimbilir), ancak ne zaman aklıma geçmişe dair bir şeyler gelse, onu kendimden ve düşüncelerinden uzağa ötelerken buluyorum kendimi. Bu bir kaçış mı acaba? Sanmıyorum. Bu yok sayma, görmezlikte gelme aslında geçmişin zihnime doldurduğu önyargılara (alışkanlıklara) yabancılaşma arzusuydu.
Zihnimi geçmişin zaman aşımına uğramış yaşanmışlıklarından arındırmada başarılıyım. Bunda o kadar başarılıyım ki, hayatım şu an sadece yoldan ibaret ve yolun getirdiklerinden Bu blog olmasa çoktan bir hippi hayatına geçiş yaparmışım gibi hissediyorum ve bu noktada hippileri çok iyi anlıyorum. Bir yere ait olmayan ruhlarıyla inandıklarını yaşamaktan hiçbir zaman çekinmeyen bu insanlardan biri olup çıkardım. Aidiyet ve özgürlük kavramlarının birbiriyle ne kadar çelişkili olduğunu yolda fark edebiliyorum.
Asya’da 7 ay geçirince, burada yerelleştim sanki. Şu sık sorgulanıp durulan aidiyet duygusu, bende Asya’ya karşı gelişmeye başlıyor olsa gerek. Hangi ülkeye gidersem gideyim kendimi oraya yabancı hissetmiyorum. Sanki bir şehirden diğer şehre geçiyormuşum gibi geliyor bana. Belki de oldukça gelişen esneklik yeteneğim dolayısı ile çok hızlı adapte oluyorum… Kimbilir!
“Aidiyet” duygusunun özgürlüğün önünde kendi yarattığımız bir engel olarak düşünen biri olarak bu durumumu ne iyi ne de kötü bir şey olarak addediyorum. Ben sadece yolda olmam gerektiğini biliyorum. Yolun nereye gittiğinin önemi olmadan.
Day 555: Tayland:44, Bangkok. 11 Şubat 2012, Cumartesi
Her bir fotoğraf kalbime dokunuyor. Dünya benim en büyük parçam. Nefesimin onun yüzüyle karşılaştığı anları gösteriyor. Hiç kimseye, hiçbir yere uzak değilim. Elimi uzatsam dokuna bilirim Filipinler’deki bir çocuğa, İzmir’den başlayıp koylara, Batum’da durup botaniklerin burnunu öpebilirim.
Kendimi ertelemek içimi acıtmaz ama hayatı ertelemek bahanelerden dolayı içimi acıtır. Bir dilim kek ve yıllanmış şarap gibi… Sıkı sıkı sarılıyorum okuduğum her kelimeye ve ülkelere ve kentlere ve hiç görmediğim ormanlara. Önce kendimden, sonra ülkemden, sonra da ver elini dünya yalın ayak sana koşuyorum… Bu his bir delilik parçası asla olamaz. Yoldaolmak paylaşımlarınıza sonsuz teşekkürler. 🙂
Yollarin ve biriktirdigin anilarin keyfini iyi cikaracagini bilirim bu yuzden herhangi bir temenni ve salikda bulunmayacagim. “Geçmişteki kısa gezilerimde en çok arzuladığım şey yabancılaşmaktı. Dile, insanlara, alışkanlıklara, yemeklere… yabancılaşmak.”
Bu sozunu cok iyi anladim, yasadim. Artik sen eski sen degilsin. Kendine yabancilasmadigini soyledigin dogru olsa da memlekete dondugunde anlayacaksin ve yabancilastigin hissi oyle agir basacak ki, sanki aradan yuzyil gecmiscesine yasadiklarin; memleketin havalimaninda devam ederken, evine ulasana kadar kendini tekrar turist hissetsende, evinin kapisini actiginda biraktigin yasam, sanki hic uzerinden yillar gecmemis, sanki sen hep oradaymissin gibi son gunun kokusuyla beklerken anlayacaksin; artik hicbir zaman eski sen olamayacagini.
Yolların keyfi gayet güzel çıkarıldı. İnsan ne çabuk alışıyor aslında gittiği yer. Asya’dayken oralara alışmış memlekete yabancılaşmıştım. Şimdiyse memleketteyken Asya’ya baktığımda bana uzak anı gibi geliyor. Oradayken de geçmiş hayatım bana bir hayalmiş gibi uzakta geliyordu.
Bahsettiğiniz sanki biraz “her yere ait hissetmek/hissedebilmek “gibi… kolay kolay olmayacak bir durum; kısa sürelerde keşfetmeye çalıştığımız şehirlerde gerçek hayatlarımıza geri döndüğümüzde böyle hissedemiyoruz. sizin bu durum sanki yabancılaşma sonrası yaşanabilecek bir evre, yeteri kadar yabancılaştıktan sonra tanıdıklaşıyor 🙂
Geçmişte standart şehir hayatı yaşarken özlediğim şeydi yabancılaşmak. O yüzden tatiller bunun için fırsattı. Şimdiyse geçmişe yabancılaştım. Asya topraklarında böyle uzun seyahat edince bu defa aidiyet kıtaya gelişti sanırım. Ülkelerin kültürlerinin birbirine benzer ve yakın olması bunun sebebi. Bir Hindistan veya Çin’e yolum düştüğünde bu defa Asya’ya yabancılaşacağım.