Derler ya yolun hep bir planı vardır diye. 3 Ağustos 2010’da memleketten ayrılırken annemle vedalaştığımda ona neden söylediğimi bilmez bir şekilde; “Dünyanın en uzak köşesine gidiyorum ve ne zaman dönerim bilinmez, sakın öleyim deme!” demiştim. Annemin gözlerinin dolmasına sebep olan cümleyi neden söylemiş olduğum geriye dönüp baktığımda anlaşılıyor.
Aslında seyahatim gidip bir dünya turu yapıp da geleyim düşüncesiyle başlamadı. Ben dünya turuna değil de İngilizce öğrenmeye yola çıkmıştım. Ancak bu gidişimin keşiflerle dolu bir 685 günlük bir geziye dönüşeceğini bilmiyordum.
Nasıl Sırtçantalı Oldum
Dedim ya yolun hep bir planı vardır diye, yolda kendiliğinden gezgin oluverdim. Her ne kadar ben kendime gezgin lakabını vermeyi pek sevmesemde, herkes bana öyle diyince bende böyle kabullenmeye başladım. Gezgin olmak bir sonuçtu, amaç değildi.
İlk durağım Tayland‘ın Bangkok ve sonrasında Pattaya şehirleri oldu. İnternetten yaptığım yazışmalarla orada kendime bir İngilizce hocası ayarlamıştım. 1 Ay kaldığım Pattaya’da 20 gün boyunca düzenli olarak hocamla buluşup Yeni Zelanda öncesi hazırlık olsun diye pratik yapıyordum. Sonrasında yaklaşık 7 ay süren Yeni Zelanda macerası başlamıştı.
Gerçek anlamda backpacking yani sırt çantalı tarzında seyahatle burada tanıştım. Öncesindeki 5 aylık Türkiye gezimde de sırt çantalıydım ama sırt çantalı kültürü hakkında bu kadar bilgi ve deneyimim hiç olmamıştı. Christmas döneminde okulun 3 haftalık tatile girmesi nedeniyle ben ek olarak 1 hafta daha izin alıp Japon okul arkadaşım Mitsumi ile Yeni Zelanda yollarına düştüm. İşte ne olduysa o yollarda oldu.
28 günlük gezim tüm hayat felsefemi ve dolayısı ile hayatımın akışını değiştirdi. Hostellerle ilk defa tanışmam, yaptığım baştan çıkarıcı aktiviteler, şahane manzaralar arasında süren uzun otobüs yolculukları, dünyanın farklı ülkelerinden gezginlerle hosteldeki sıcak sohbetler, ilk couchsurfing deneyimi gibi gezimde öğrendiğim şeyler ufkumu açmıştı. Nasıl daha ekonomik ve sürdürülebilir bir seyahat yapabileceğimi bu seyahatimde keşfettim.
Sırt çantamla neredeyse 1 ay süren Yeni Zelanda turundan döner dönmez Auckland’ın göbeğinde deniz manzaralı odamı terk edip, 2 okul arkadaşımın kaldığı küçücük dairenin bir köşesine taşındım.
Ödediğim kira önceki bir önceki odamın fiyatının dörtte biri oranındaydı. İnternetten ikinci el Katmandu marka şişme bir yatak aldım. Türkiye’den gelen bir arkadaşımla da İzmir’deki uyku tulumumu getirttim. Artık sadece 2 metrekare bir alanda yaşar olmuştum.
Auckland’da çok sayıda bulunan turizm acentelerini tek tek gezip sattıkları turlarla ilgili kitapçıkları topladım. Her bir kitapta acentenin sattığı turların rotaları, görülecek yerler, kalınacak yerlerle ilgili bilgiler vardı. Haritaları oldum olası severdim ama üzerinde rotaların olduğu haritalarla ilk defa bu kitaplarla tanıştım. Henüz Lonely Planet bile nedir bilmiyordum. Yine internetten ikinci el sırt çantamı da satın aldım.
Bir yandan yeni Zelanda’da bitecek dil okulu sonrasında business management okuyup ülkede kalsam mı diye düşünürken, bir yandan da gezi blogları, internetten indirdiğim Lonely Planet pdf dosyaları ile acentelerden topladığım ülke tanıtım kitaplarını okuyordum.
Öyle ki okullarla sıkı pazarlıklar yapıp güzel fiyatlar alıp artık ülkeye yerleşmeye doğru giderken birden fikrimi değiştirip elimdeki Auckland-Bangkok biletini iade edip Truman Show‘daki Jim Carrey’nin hep gitmek istediği ülkeye, Fiji’ye uçak biletimi aldım.
Hayatımda almış olduğum en doğru karar olduğunu biliyordum. Kısa bir süre sonra Fiji yerlileriyle Kava içip, binlerce rengarenk balığın ve mercanların arasında yüzüp, hayatımın en güzel gün batımlarını izliyordum.
Yolda olmak güzel şey, keyifli şey! Hep yolda olacağım, yazacağım ve paylaşacağım. Hikayelerin peşinde düşeceğim, sokaklarda kaybolacağım, fotoğraflayacağım, biriktireceğim ve yazacağım. Bu benim ne işim ne de hobim. Bu benim yaşam tarzım.
Sırt Çantalı Seyahat
Sırtçantalı seyahat üzerine World Wide Traveller Dergisinin benle yaptığı röportajı buraya eklemeyi uygun buldum.
Ülke gezmek ‘gezgin’ olmak için yeterli mi?
Ülkemizde “gezgin olmak” kavramı sırt çantasını kapıp, daha çok düşük bütçeyle oraya buraya sık giden ve sürekli gözü yolda olana deniyor. Bu noktada yabancıların Budget Traveller dedikleri sınıfta seyahat edenler daha çok anlaşılıyor.
Oysa gezgin kelimesinin arkasındaki felsefe önemli; bana göre o da keşfetme dürtüsüdür. Yani sizi yola çıkaran şey çok sayıda ülke gezmek, çok şehir görmek değil; merak etmek, seyahat ederek öğrenme açlığını gidermek, yeni şeyler öğrenmek, yepyeni deneyimlerin içerisinde olmaktır. Bu tür yaklaşım ile yola düşenler çok şey deneyimleyip öğreniyor, yeni arkadaşlıklar ediniyor, ön yargıları geride bırakıyor.
Tek bir tip seyahat tarzı ile yetinmemek, farklı seyahat deneyimlerini de yaşayıp paylaşmak benim tarzım. İşte bu yüzden ben kendimin gezgin olarak tanımlanmasını pek de tercih etmiyorum.
Evet aynı zamanda bir gezginim, ancak seyahatın her türlüsünü deneyimlemeyi seviyorum. Yani Bussiness Class da uçabilirim, Akdeniz’de bir cruise gemisiyle de seyahat edebilirim veya Avrupa’nın ünlü bir otelinde de konaklayabilirim. Diğer yandan Endonezya’da plajda uyumuşluğum da vardır, Borneo’da çadırda kalmışlığım, otostop yaptığım da, aile yanına misafir olduğumu da sık sık görebilirsiniz.
Eğer seyahat etmeniz, farklı kültürlerle tanışmanız sizi daha iyi, daha bilgili, daha entelektüel, daha paylaşımcı yapmıyorsa bir şeyler eksik demektir.
Neden sırt çantası?
Çoğunlukla tercihim sırt çantası. Daha dün 17 gün süren Kapadokya, Ankara, Safranbolu ve Fethiye gezimden döndüm. 2 adet küçük sırt çantası taşıyorum. Biri sürekli taşıdığım 20 litrelik Karrimor 20LT ve bunda daha çok günlük eşyalarım, laptop, kameram, pasaport, şarj cihazlarım ve hardisklerim yer alıyor.
Karrimor 40 LT olan çantamda ise çok az kıyafet ve giysim var. Çoğu insan 1 haftalık seyahate kocaman bavullarla çıkıyor. Götürdüğü kıyafetin yarısını da giyinmeden getiriyor. Oysa seyahat ederken kendisi olmalı insan; saçın hali, kıyafet uyumu çok da önemsenmeden keşfetmeye odaklanmalı diye düşünüyorum.
Sırt çantası aslında felsefi olarak daha az şeye sahip olup daha bağımsız olmanın da sembolü. Gittiğiniz yere yerleşmesi ve sonrasında oradan başka yere geçerken de toparlanması kolay, zira az eşya taşıyorsunuz. Bu sizin hareket alanınızı genişletiyor. Uçağa bindiğinizde bagaj beklemek durumunda kalmıyorsunuz. elleriniz de özgür kalıyor.
Çok okuyan mı bilir çok gezen mi? Tek kelimeyle neden?
Elbette ki çok okuyan bilir! Öyle olmasaydı çocukluğumuzdan itibaren bizi okula değil de seyahat etmeye gönderirlerdi değil mi 🙂 Hep okula gittiğimize göre en çok okuyan bilir (!).
Ancak “çok okumanın” hayatı, insanı ve hatta dünyayı değiştirmesi için, okuduğunuzu, öğrendiğinizi deneyimleniz ve bizzat yaşamanız gerekiyor. İşte o zaman okuduklarınız bir işe yarıyor.
Okuduğumuz kitapları veya yazıları, işte merak eden, araştıran, soran ve deneyimleyip fikirlerini kaleme dökenler yaratıyor. Çok okuyanın yazdığı kitabı okumaktansa, çok gezenin yazdığı kitabı okumayı tercih ederim. Çünkü çok gezen bana ilham verebilir.
Seyahat, para harcayarak sizi zenginleştiren ve öğreten en güzel ve en eğlenceli şey. Ben okumaktan çok seyahat ederek öğrenmeyi seviyorum. En iyisi hem okumak hem de seyahat etmek. İşte o zaman en çok bilen kişilerden biri olursunuz muhtemelen.
Bir seyahatin olmazsa olmazı nedir?
Seyahat çok kişiseldir aslında. Bu nedenle sınırlarını koymak veya tarzı oluşturup insanları buna uymaya davet etmek bana pek de akılcı gelmiyor.
Örneğin kimimiz için seyahatin olmazsa olmazı UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerleri görmeyi ve müzelerdir, oysa kimisi için böylesi yerler br cazibe noktası değildir. Onun yerine kimimiz gider şehrin sokaklarında kaybolur, rastgele yürür ve bundan daha çok keyif alır. Kimimiz alışveriş yapmayı, dükkan dükkan dolaşıp, en iyi lezzetleri en iyi restoranlarda deneyimlemeyi severiz. Bunun iyisi veya kötüsü de yoktur.
Seyahatin varsa olmazsa olmazı o da merak etmek ve keşfetmektir. Asıl önemlisi ise edinilen yeni deneyim ve bilginin başkaları ile paylaşılmasıdır. İşte o zaman bir değişim ve dönüşüm sağlarsınız bir toplumda. Hem anlattıkça veya yazdıkça bilgileri kalıcı bir şeye dönüştürüyorsunuz. Nasıl gezerseniz gezin, ama mutlaka edindiğiniz tecrübeyi sevdiklerinize anlatın veya yazın derim ben sohbetlerimde.
Sizi en çok etkileyen üç yer?
Bu bana çok sık sorulan ancak cevap veremediğim, cevap verdiğimde de diğer bazı ülke veya yerlere haksızlık ettiğim düşündüğüm bir soru. Ben gittiğim her yerden kolay etkilenen biriyim. Üzerimde zaman baskısı olmadığından, daha stressiz ve daha bağımsızım.
Bu nedenle şehirlerin bilinmeyen yerlerini keşfetmeye daha çok vaktim oluyor. Kimisine asla gidilmemeli dediği şehirleri ben sevebiliyorum. Hatta geçmişte az vakit geçirdiğim ve hoşlanmadığım şehirleri daha sonraki seyahatlerimde farklı yüzlerini keşfedince sevebiliyorum. Manila buna en iyi örnektir.
Manila’nın sadece karanlık ve güvensiz hissettiren şehirlerinde kısa vakit geçirirseniz bu şehre karşı soğuk olmanız normaldir. Oysa her şehrin mutlaka farklı yüzü vardır, bunu keşfetmeyi engelleyen şey ise zaman ve daha da çok öncesinde oluşan kafamızdaki önyargılar.
Filipinler’in Palawan Adası’ndaki El Nido; Avustralya’nın Tazmanya Adası ve Avusturya’daki Salzburg ve çevresi en sevdiğim yerler. Bunlara ülke olarak İran, Endonezya ve Yeni Zelanda’yı da eklemek isterim.
Backpacker olayında Avrupa’nın çok gerisindeyiz. Neden?
Aslında yukarıda yazdığım satır aralarında kısmen cevap verdim. Biz genellikle önyargılı olduğumuzudan, zamanımız olmadığından, çevremizde sırt çantalı seyahati basite aldığımızdan biraz Backpacker seyahat tarzına yakın değiliz. Kaldı ki anne ve babadan yana da böyle bir miras yok. Bugün bir Avustralya ve Yeni Zelanda’da her doğan çocuk backpacker olarak doğuyor.
Ciddiyim, bugün CEO düzeyinde veya milyon liralık serveti olan insanları bu ülkelerde çadırıyla veya sırt çantasıyla gezerken görebiliyorsunuz. Doğaya ait olmak ve doğanın kalbinde olmak valizle ne yazık ki pek örtüşmüyor biraz. Özgür olmanız, hafif olmanız olayın özünde yatıyor.
Avustralya’daki hostellerde çok sayıda 18 yaş ve civarında gençlerle tanıştım. Aileleri lise sonrasında, uçak biletini alıp, ceplerine de az miktar para koyup Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Amerika gibi ülkelere gönderiyor çocukları. Burada çocuklar hem hayatı öğreniyor, hem para kazanıyor, hem de İngilizce öğreniyor. Daha deneyimli, hayatı ve kendisini keşfetmiş daha özgüvenli olursak bu insanlar ülkesine geri dönüyor ve hangi mesleği seçeceğine karar veriyorlar.
Oysaki bizler öyle güvensiz insanlarız ki, çocukları değil böyle okyanus ötesine, çarşı pazara gönderirken bile denetliyor, baskı kuruyor, sınırlar çiziyoruz. Bu nedenle özgür birey yetişemiyor.
Konfor sınırımız dar kaldığı için hostellerde başkalarıyla ortak oda paylaşmayı veya ortak banyo kullanmayı pek de kabul edemiyoruz. Keşfetme dürtüsü baskın geldiğinde bunların hepsini adım adım aşıyorsunuz. Bu da genellikle gelip paraya sıkışıyor zihnimizde ve çıkmaza giriyoruz.
Oysa seyahat etmek sanıldığından daha kolay, güvenli ve ekonomik. Gereken şey araştırmak, okumak ve uygulamak sadece. Esnek olmamız gerekiyor.
İlk defa sırt çantasıyla seyahat edecek birine öneriniz nedir?
Geçmişte adım adım bu konuda yazılar yazıyordum, şimdilerde bu konuda yazmalı mıyım diye çok da emin değilim. Çünkü görüyorum ki ihtiyacımız olan tek şey cesaret. Benim anlatacaklarım sadece bilgidir, ama bilgi yola çıkmaya yetmez. Bunun için ilham almak gerekir her şeyden önce.
Seyahat blogları bugün aradığımız bilgiyi bize sağlıyor, hatta bir çok blogger arkadaşım ilham verme noktasında da çok istekliler. Bu yüzden Seyahat Kaynakları sayfasını oluşturarak Türkiye’nin en iyi seyahat siteleri ve bloglarını, beğendiklerimi listeledim.
Bu sayfada seyahat etmek isteyen birine bilgi olacak tüm kaynaklara giden bir kapı var aslında. Önerim okumaları, araştırmaları, sormaları, bloggerlere mail atıp akıllara takılan sorulara cevap bulmaları ve yola düşmeleri. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor.
Seyahatlerinizde olmazsa olmanız nedir?
Olmazsa olmazım yok, çünkü oldukça rahat biriyim. Spontane davranmayı çok severim. Barcelona’ya gidip de kendimi 5 saat sokaklarda rastgele yürürken bulabiliyorum. Ünlü mimari şah eserler ve herkesin görmesi gereken yerlerden uzakta, sadece geziyor ve şehri hissediyor olduğum çok olmuştur.
Fotoğraf ve video çekmeyi seviyorum. Ancak bazen bunları çantamdan hiç çıkarmadan şehri veya anı yaşamak istediğim de olur. Ruhumu beslemeyi seviyorum. Şehrin kişiliğini hissetmek için insanlara yaklaşmayı, yerel insanlarla sohbet etmeyi seviyorum.
Fotoğraf çekmek, video çekmek, sokakları gezmek, yerel insanlarla tanışmak hatta onlara misafir olup onların kültürlerine yaklaşmak, tarihi ve kültürel değerleri olan yerleri ziyaret etmek tercihim. Bir blogger olduğum için bu seyahat tarzımı etkiliyor. https://yoldaolmak.com içerikleri, tamamen benim gezip gördüğüm yerlere ve deneyimlerime göre oluşuyor. Bu nedenle fotoğraflamak, videoları çekmek ve deneyimleri yazıya dökmek için bilgilere ihtiyaç duyuyorum. En önemlisi de gezip gördüğüm yerlerin duygularıma dokunması için ona yakın olmam gerekiyor.
Sırt çantalıların kendilerini ait hissettikleri bir mekan var mıdır?
Yol ve yolda olmak sırt çantalı seyahatin özünde yatan şey. Hostel nedir sırt çantalıların en gözde mekanı aslında. Burada kendileri gibi merakları peşinde olan insanlarla tanışma ve arkadaş olma fırsatı yakalıyorlar. couchsurfing.org, helpx.net gibi siteler yine gezginleri birleştiren bir çatı.
Ülkemizde ne yazık ki henüz gezginleri bir çatı altında toplayıp birlikte güzel şeylere imza atan bir oluşum ne yazık ki yok. Bu rolü üstlendiğini söyleyenlere baktığımızda dahi bir kaç sosyal medya paylaşımından ötesini göremiyoruz. Çünkü birçok kişi mevcut hayatını ve işini yaparken, kalan zaman üretim ve insanlara yardımcı olmaya yetmiyor.
Burada asıl görev üniversitelere ve sivil toplum örgütlerine düşüyor. Gelecekte seyahat etmeyi sevenleri tek açtı altında toplayacak, üretip, deneyimlerini paylaşamaları için organizasyonların olacağım bir şeyler düşünüyorum.
Çok yer gezip görmek tutkusu yanında; gezginlerin bana göre diğer bir sorumluluğu, edindiği deneyimlerle gençlerin elinden tutup onlara yol gösterme görevidir. Paylaşarak ilerleyebiliriz ve birlikte daha iyi işler başarabiliriz.
Uzun süredir sizi zevkle takip ediyorum. Bir gün bir arkadaşım: ya biri var acayip geziyor, gezerken de yanından iPhone ve Tırnak makasını eksik etmiyor diye sizi tarif etmişti. Sizin kadar değil ama çok gezen biri olarak gururla iPhone ve Tırnak
Makasımı ve hatta cebimdeki gopro Yu da çıkarmıştım. Ben de geziyorum, çok uzun olmadı ama gezmek görmek bir sanattır anladım. Evliyim ve bir Çocuğum var onlarla gezmeye çalışıyorum,hem de sırt cantalı, böyle daha da güzel oluyormuş. Temmuz’da 2 aylık uzun bir yurtdışı motor turu için plan yapıyorum şimdi. Sitemizden bir çok yeri şimdiden rotaya dahil ettim. Yalnız bir sıkıntı var eşim hiç sıcak bakmıyor, siZe de sürekli söylenip duruyor. Tabi anneler de gezeceğine ev al diyorlar. Ya sepetli motor alıcam yada beni boşarsa kimliğim ve bir dilekçe ile beni evlatlık edinin diye size başvuracam. Hep yolda olmak dileğiyle ve nasılsa yolda görüşürüz diye şimdilik selamlar.
Umuyorum ki bende emekli olmadan böyle bir hayata yelken açabilirim. Sizi gıptayla izliyorum.
Yolculuğa, yola olan tutkunuzu okuyunca bunun, aslında küçük bir adımla başladığını gördüm. Ve küçük adımlar olmadan keşif imkansızdır. Gezmek, öğrenmek ve keşfedebilmek için, zengin olmayı, konforlu bir yaşamı beklersek daha çok yerimizde sayarız. Harekete geçmek için paradan daha önemli şeyler var. Tutku gibi, inanç ve merak gibi.. sürekli erteleyip yarınlara bırakılan bir hayat yaşıyoruz. Geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp anları öldürüyoruz. Alışkanlıklarımız tarafından uyuşmuş durumdayız. Belki biraz karamsar ama gerçek!
Ne mutlu size. Keşfetmek beni her zaman heyecanlandıran bir kelimedir, çok istiyorum çantamı alıp bu maceraya atılmayı. Şimdilik sadece hayallerimi süslese de ileride bir gün olacağına inanıyorum. O bakıp iç geçirdiğim fotoğrafların içinde olmak, ah! 🙂
Çok istediğim bir şey. Bu yaz sizin gibi ben de dil öğrenmek için Amerika’ya gideceğim. Hayat beni Fiji’ye götürür mü bilmem ama sizin gibi yeni keşifler yapmayı çok arzuluyorum. Şans dileyin bana 🙂
İnsanları cesaretleretlendirme adına muhteşem bir örneksiniz! Sırt çantanızı almak ve yalnızca gitmek… Kulağa gerçekten çok hoş geliyor. Gittiğiniz yerlerdeki enerjiyi hissetmek, farklı hayatlar ve yerler görmek müthiş olsa gerek.
Çok güzel bir yazı olmuş.
”Yolda olmak” bir yaşam şeklidir, iyi ki bu ruh ve bedende yaratıldım diyebilmektir. Hayatla işbirliği yapmayı öğrenmektir. İnsanın her yere ait olduğunu ve hiçbir şeye sahip olmadığını en derinden hissetmektir. ”Yolda olmak sadece seyahat etme hali de değildir, hayatının en önemli kararını aldığını düşünürken ben bilemiyorum belki okulun belki işin ya da sevdiğin adam/kadın her neyse.
Vrılacak son noktayı aklına bile getirmemektir. 23. yaşım ve kısacık ”yolda olma halim” bana bunları öğretti ve şehirleri değil de yolları da sevdiğime de 31.12.14 notuyla böylece karar vermiş oldum. Paylaşmak bir seyahat heyecanıyla bugune kısmet oldu, bu notu en büyük hayalim de bir gün bavulsuz bir yolculuk yapmak. Kmse inancını tüketmesin ölümüne kadar yapabileceğin en şeyi yaşamak bu hayatta.
Sırt çantalı olmak için en iyi rehber.
Bu müthiş yazıyı okurken çok eğlendim. Benim düzenli işimi, eşimi ve iki bebeğimi bırakıp gitmem pek mümkün görünmezken:) herhalde bir gün onları da bu maceranın içine atacağım ve ailecek gezgin olacağız gibi geliyor..:) inşallah diyelim.:) Yazılarınızı ilgiyle okuyorum iyi gezmeler..
Tanımadığınız bir ülkenin sokaklarında, yalnızlığınızdan ve bilmediğiniz onca şeyden korkmadan sırt çantanızda ki bi kaç parça eşya ile sadece özgürlük ve keşfetme hissi doluysanız belki de nasıl başladığını bilmeden sırt çantalı bir gezgin oluvermişsinizdir ve daha başka bi yaşamı düşünemez olmuşsanız ağız dolusu ben bi gezginim demenin vakti gelmişdir. 🙂
Tam da şu anda soğuk bir pazar günü içim sıcacık oldu. Alıp başımı gidesim geldi o masmavi denize, bembeyaz kumlara…
İlginç bir dönüşüm olmuş. Lüks apartman dairesinden yer yatağına 🙂 Gezmek benim için aşk demiştiniz bir yazınızda, buradan anlaşılıyor.
Auckland’daki lüks odamdansa arkadaşlarda yerdeki şişme yataktaki zamanlarım daha keyifliydi. O vakitten bir süre sonraki yolculuğumda biriktirdiğim paraları keyifle harcadım.
Bak vaktinde boydan boya gardiroplar icindeki takim elbiseler, duzenli ama cok da ozgur olmadigini fark etmedigin hayattaki birikimin var. Sanslisin ki emekli olmadan sahip oldun 🙂 Al ev kirani git, yasamasi ucuz yerlerde yasamaya devam et, yoksa bu cografyada telefon faturasi bile odemek ozgurlugunu elden almaya yetiyor 🙂 Faturalarin sonraki donemleri ne cabuk geliyor, omrumuzden aylar su gibi akiyor ve yasam sonraya kaliyor…
Evimde yaşasam aylık ödemem gereken sabitgider ve ödemelerin miktarı kesin 500-600’ü geçer. Bununla bir Uzak Doğu ülkesinde yaşamak çok kolay. Gardroptaki takım elbiselerin de bir alamı kalmadı. Sahibinden.com’dan satsam satılır mı acaba! 🙂
Dünyayı gezen ayaklar.. 🙂
Beyaz kumlar, masmavi gökyüzü ve bulutlar, türkuaz deniz ve hindistan cevizi ağaçları arasına gerilmiş hamak! Ayaklar cennette.