Bazı yerler vardır; kartpostallarda, belgesellerde onu kaç defa görmüş olduğunuzun bir önemi yoktur. Göz göze geldiğinizde beklentilerinizi aşan bir heyecanı yaşatırlar. Antik Kent Petra, benim için işte öyle bir antik şehir. Dünyada daha önce gördüğüm hiç bir yere benzemiyordu.
Bir kanyonda gizlenmiş̧ Petra kentin duvarları arasında dolaşırken ona hayran kalmamak mümkün değil. Gizemi, renkleri, hissettirdikleriyle şaşırttı beni, kendine hayran bıraktırdı. Güneşin açısına göre rengi pembe, kırmızı, turuncu ve sarıya dönüşen kayalıkları, Nebatiler öyle güzel şekillendirmişlerdir ki Şair John William Burgon, burası için ‘Tarihin yarısı kadar yaşlı gül kırmızısı şehir’ ifadesini kullanmış.
Petra’nın Ürdün’deki en güzel ve en ünlü yer olduğu söyleniyor. Akabe’nin 133 km kuzeyinde ve Amman’ın yaklaşık 262 km güneyindeki Petra 2000 yıldan uzun bir süre önce Güney Ürdün’e yerleşen Nebatilerin mirası olarak ayakta duruyor.
Aynı zamanda bir UNESCO dünya mirası alanı ve dünyanın dört bir yanındaki turistleri sürekli büyüleyen ‘Yeni 7 Dünya Harikasından’ biri. Zarif kültürü, muhteşem mimarisi, su kanallarının ve barajların dahiyane kompleksi son derece dikkat çekici özellikleri.
Mezarları, binaları, mezarlık salonları, tapınakları, sütunlu sokakları, kemerli kapıları ve hatta hamamları içeren 800’den fazla anıtın bulunduğu nefes kesen Petra, Roma İmparatorluğu döneminde bile her zaman güzel bir yer oldu.
Nebatilerin Kayıp Kenti: Petra
Dünyanın en seçkin antik yerlerinden birinin Ürdün’deki Petra olduğunu inkâr etmek çok zor. Gizem ve cazibeyle dolu bu gül-kırmızısı, kaya oymalı şehrin görkemiyle yarışabilecek hiçbir şey yok. Birçok ziyaretçi şehrin gerçekten huşu uyandırmak ve giren herkesi hayrete düşürmek için tasarlandığına yemin edebilir.
Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, tarih ırmağının hırçın dalgaları arasında kaybolup gitmeden önce, Nebati Krallığının başkentiydi. Sıra dışı bir halk olan Nebatiler, köken olarak göçebe kabilelerdi. Buraya Arap yarımadasından geldiler, ticaret yollarını kontrol etmeleriyle tanındırlar.
MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında burada muhteşem bir kent kurdular ve onu geniş̧ bir ticaret krallığının merkezi yaptılar. Gazze’den Şam’a, Kızıldeniz’den İran Körfezine kadar önemli bir ticaret kavşak noktasında olan bu kervan şehri, Arabistan, Mısır, Suriye, Hindistan Yunan ve Roma’yı birbirine bağlıyordu.
Nebatiler burada batıda Romalılar ve Helenistik dönem Yunanlılarıyla ve doğuda Perslerle ticaret yapıyordu. Nebatilerin şöhreti, dönemlerinde dünyanın en zenginleri olmasından geliyor. Tütsü ve baharat ticaretinde o kadar maharet kazandılar ki Çin’den ve Hindistan’dan getirilen baharatlar, tütsüler, yağ ve parfümler buradan da dünyanın dört bir yanına sevk ediliyordu.
Değerli yükler taşıyan uzun kervanları Arabistan’dan Akdeniz’e ulaştırıyorlardı. Ticaret sayesinde çok zengin ve nüfuzlu hale geldiler.
Son Nebati Kralı II. Rabbel’in Romalılara yenilmesine sonra Nebati Krallığı, MS. 106 yılında Roma İmparatorluğuna ilhak edildi. Bu bölgeye Hıristiyanlık 4. yüzyılda geldi, Müslümanlar ise 7. yüzyılda. On ikinci yüzyılda kısa bir süre Haçlıların egemenliğine girdi.
MS 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı gözden düşen Petra, zaman içerisinde unutulup gitti. Nebatiler ise ardında bu kayıp kenti bırakarak yeryüzünden silindiler.
Nebatilerin Kayıp Şehri
Kayıp bir antik kentin söylentilerinin peşinden, 1812’de buraya gelen İsviçreli gözü pek kaşif Johann Burckhardt tarafından tekrar keşfedilinceye kadar Petra, sadece göçebe Arapların bildiği kayıp bir şehirdi.
Bin yıldan fazla kayıp şehir olarak kalan Petra harabelerinin görkemine tanıklık eden ilk batılı gezginler 19. yüzyılda gelmeye başladı. Bugün Peru’da yer alan Machu Picchu ile kardeş şehir olan Petra, 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edildi. Bugün buraya ‘Wadi Musa‘ adı veriliyor.
Gül kırmızısı Petra’da çekilen filmler dünya sinema tarihinde önemli yere sahip. Indiana Jones Son Macera filmi de Petra’da geçiyor. Bu nedenle Nebatilerin başkenti 2007’de Dünya’nın Yeni 7 Harikasından biri olarak seçildiğinde çoktan Ürdün’ün en bilinen simgesiydi. Petra tek başına Ürdün turizm gelirlerinin yüzde 82’sini üretiyor.
Petra Arkeoloji Parkı sadece antik kent Petra’yı değil paha biçilmez anıtları da içeriyor ve parkın tamamı egzotik doğu ürünlerini Mısır, Yunan ve Roma imparatorluklarına taşıyan dik duvarlı eski kervan yollarıyla dolu kanyonlardan oluşuyor.
2200 yıllık bu antik kent, kayaların rengi nedeniyle Rose City olarak da biliniyor. Petra’da atılan her adım, dönülen her köşe, izlenilen her patika sizi yeni bir kaya mezarına ya da kült merkezine götürüyor.
Her yer sürprizlerle dolu; zaman zaman mimariye hayran bıraktırıyor; zaman böylesi bir medeniyetin nasıl olup da ansızın, geride hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolduğunu meraklanmaya itiyor.
Kumtaşından oluşan kaya bloklarına oyulmuş, tapınaklar, amfi tiyatro, mezarlar ve rölyeflerin her biri hayranlık uyandırıcı türden. Yaklaşık 100 kilometre kare alana yayılan Petra’yı hakkıyla gezmek, için dört beş günü gözden çıkarmak gerekiyor.
Bir günde ise sadece nasıl bir yer olduğu hakkında bir kanıya sahip olunur. Bu görkemli kanyon, deve veya atların sırtında yada faytonlarla gezilebiliyor. Mekânın ruhunu hissetmek için en iyisi yürümek.
The Siq
Burası Ürdün’ün Güney Çölünün çorak topraklarındaki Petra Arkeolojik Parkı’nın sadece başlangıç noktası. Dar yarıklar ve yüksek kayalıklar arasında ilerleyen bir yol olan The Siq, 1,2 kilometrelik bir geçit. Bir zamanlar gezginler, tüccarlar, hacılar ve deve kervanları bu dar geçitten geçerek şehre giriyorlardı.
Depremlerle ayrılmış kum taşı kayalıklarının, yüzyıllarca süren su taşkınlarıyla oyulmasıyla meydana gelen The Siq, yer yer 5 metre genişliğe, 91-182 metreye varan yüksekliğe ulaşıyor. Şaşırtıcı renklerde ve güzellikteki kaya kütleleriyle çevrili.
Kanyon içerisinde ilerleyen yolun duvarları gün ışığında sanki ebru sanatından çıkmış gibi görünüyor. Aralıklarla duvarlarında yer alan rölyefler ve süslemeler gelen kafileleri karşılıyordu. Bunlardan en ünlüsü karşılıklı yürüyen 2 deve ve onların önündeki insan figürü olan Camel Caravan Relief.
Sofistike su taşıma sitemi
The Siq’e hemen giriş kısmında, sıra dışı bir sistemler deneyen Nebatilerin inşa ettiği bir baraj bulunuyor. Bu baraj, yıkıcı su baskınlarını engellemek için hazırlanmış karmaşık bir mühendislik harikası. 2000 yıl öncesi insanları için sıra dışı görülen, hayret bırakıcı su mühendisliği ile Petra kentini taşkından koruyan baraj ve tünel, aslında devasa bir su yönetim sisteminin bir parçasıydı sadece.
Kayaların içerisine açılan 4,8 m genişlik, 8 m yükseklikteki 30 metre uzunluğundaki Mudhlim Tüneli ve karmaşık bir bent sistemiyle, sel suları bir boğaza aktarılıyor ve böylece Siq ve El-Hazne’nin yıkıcı su baskınlarından korunması sağlanıyordu.
Çölün ortamında su ihtiyacını kontrol etmenin öneminin farkında olan Nebatiler, şehrin farklı noktalarında 20’den fazla sarnıç yaparak, uzaklarda bulunan su kaynaklarını bu kalabalık şehre ulaştırmayı başarmışlardı.
Siq’in duvarlarında açılan boru sistemiyle, sarnıçlarda biriken sular şehre taşındı. Kumtaşı kayalıkları suyu emen özellikte olduğundan, kaybı önlemek için kanalları seramik ile kaplamışlardı. Böylece yağmurun az olduğu, sıcaklığın 50 dereceyi bulduğu çöl ortamında sürekli bir su kaynağına sahiptiler.
Petra’dayken kaçırmamanız gereken alanlardan biri olan ünlü El-Hazne Anıtı’nın kentin kanyonunun karşısına açılan karmaşık cephesi güneşte parlıyor.
El-Hazne
The Siq geçidinin sonunda Petra’nın en muhteşem yapısı çıkar karşınıza; El-Hazne. Siq’den yürüyerek kente girenler bu muhteşem yapıyla karşılaştıklarında Nebatilerin zenginliğini ve nüfuzunu kavrardı. Hollywood filmleri ile ölümsüzleştirilen Petra’nın en ünlü yapısı yaklaşık 20 yüzyıl önce kayaların içinde inşa edildi.
Petra’daki kalıntılardan hiç biri El-Hazne kadar göz alıcı değil. Büyük sütunlu girişi ve oymaları ile ziyaretçileri kendine hayran bırakan bu görkemli bir yapı, 39 metre yüksekliğinde, 25 metre genişliğinde. Gül kurusu rengindeki yekpare kayaların, en yukarıdan aşağıya doğru senelerce oyulmasıyla bu zarif eser yaratılmış.
El Hazne’deki figürler Nebatilerin geleneksel mimarisinden çok farklı. Erken dönemde Nebatiler tanrılarını genelde kare taş, kutsal meteorlar, taş bloklar, bazen de şematik göz ve burun ile simgeliyorlardı. Oysa El-Hazne’nin gösterişli ön cephesi Nebati, Yunan, Pagan ve Mısır kültürünün tanrısal figürleri, hayvanlar ve çiçeklerle süslü.
Yunan mitolojisindeki büyük kadın savaşçılar Amazonlar, merkezde Mısır tanrısı İsis’in tacı ve hemen onun altında da Medusa başı bulunuyor. Ticaretle Batı Akdeniz’de dolaşan Pagan Nebatiler farklı kültürlerden etkilenerek, onların sanat tarzları ve inançlarını birleştirdiler.
El Hazne’nin sonrasında dar derin vadi, geniş bir havzaya açılıyor ve burada mezarların, anıtların sayısı artıyor. Eski el yazmalarında Yunanca Taş anlamına gelen, bir zamanların kayıp antik başkenti Petra hakkında kalan tek ipuçları bunlar. Bir tapınak, bir amfi tiyatro ve düzinelerce mezarın bulunduğu kayıp uygarlığın kalıntıları bu bölgeye dağılmış.
Roman Amfitiyatro
Petra’nın en çok bilinen etkileyici kalıntılarından Amfitiyatro, Helenistik mimari ile 1. yüzyılda yapılmış ve 7.000 kişiyi ağırlayacak kapasitede. Tamamen kayaların içerisine oyulmuş tiyatro 363 yılında geçirdiği depremden oldukça etkilenmiş. Tadilat gören tiyatro şimdi mühürlü olarak duruyor.
Royal Tombs
Roma Tiyatrosu’nun karşısında, El-Hazne’nin kuzeyindeki büyük bir kayalıkta 5 adet devasa mezar cephesi yer alıyor. Royal Tombs olarak adlandırılan kraliyet mezarları, diğer anıt mezarlara oranla daha büyük ve görkemli.
Mezarlardan ilki sonraları Bizans kilisesi olarak kullanılan Urn Tomb, ikincisi renkli kumtaşı kayalarıyla dikkat çeken Silk Tomb, üçüncüsü Nero’nun Altın Saray’ından esinlenen ve yarım kalmış Corinthian Tomb, dördüncüsü Roma sarayı görünümünde inşa edilen Palace Tomb, beşincisi Roma valisi Sextus Florentinos için yapılan Sextus Florentinus Tomb‘dur. Her biri tek tek incelenmeyi hak edecek güzellikte.
Roma Yolu
Antik tiyatrodan sonra ise şehrin merkezi sayılan, Colonnaded Street olarak adlandırılan sütunlu yol The Arched Gate kapısına kadar uzuyor.
Helen mitolojisine dayanan mimariyle kayaya oyulmuş heykellerle bezenmiş, halka açık, çeşmeden geriye kalanların olduğu The Nymphaeum, buradaki tek ağacın gölgesinde yatıyor. Sağ tarafta Bizans Kilisesi ve Winged Lion Temple görülür.
The Nymphaeum’un hemen sonrasında başlayan 6 metre genişliğindeki Colonnaded Street, hareketli kalabalıkların bu ticaret şehrinin merkezine aktığı bir caddeydi. Ne yazık ki MS 363 yılındaki deprem, cadde boyunca dikilmiş sütunları yerle bir etmiş. Cadde boyunca, baharat ve tekstil ürünleri satan pazar yeri kalıntıları hala görülebiliyor.
The Colonnaded Street, klasik Roma şehirlerinde olduğu kemerli yapı The Arched Gate ile son buluyor. Burası aynı zamanda seremonilerin yapıldığı, en kutsal tapınak olan Qasr Al-Bint Temple’a giden bir kapıydı.
Qasr Al-Bint
Petra’nın en önemli tapınağı Qasr el-Bint, Petra Antik kentinin sonunda yer alıyor. Orijinalinde büyük ahşap kapılardan girilen, üç kemerli yapı Greko-Romen mimarisi ile yapılmış. Farklı kültürlerin karışımı ilginç geometrik motiflerle süslenmiş yapıdan geriye kalanlar ne yazık ki pek iyi durumda değil.
Yine de 2000 yıl dan eski bu tapınağın duvarlarında Nebati sıvasıyla iyi korunmuş parlak ve canlı resimler hala görülebiliyor.
El-Deir Manastırı
Petra’nın kayalara oyularak yapılmış en büyük yapısı El-Deir Manastırı, MÖ 1. yüzyılda yapılmış. Kırk yedi metre genişliğinde, 40 metre yüksekliğindeki El-Deir, bir zamanlar putperest Nebatilerin önemli bir tapınağıydı.
Ürdün’deki bilinen en eski tapınma yerlerinden biri olan, müthiş ayrıntılı mozaiklerle bezeli Manastıra ulaşmak için 800 merdivenlik bir tepenin zirvesine çıkmak gerekiyor.
Arkeologlar burada 152 tomardan oluşan bir yığın bulundu ve bu tomarlardan Bizans donemi Petra’sındaki günlük yaşam hakkında ayrıntılı bilgiler elde edildi.
Hıristiyanlığın geldiği 4. yüzyıla kadar burada Nebati tanrıları Dushara, al-Uzza’ya kurbanlar sundular. Burası Petra’yı yukarıdan görmek için en güzel yerlerden birisi.
Çöl sıcağının bunaltan havasına inat edenlere Petra bütün zenginliklerini sunuyor. Petra’da 800’den fazla anıt, mezar, sunak, tapınak ve yapılar bulunuyor. Petra’nın en yüksek yeri Jabal Haroun’da (Harun Dağı) yer alan, Musa peygamberin kardeşi Harun’a ait olduğu söylenen bir mozole yer alıyor. Buraya çıkmak için 4 saat ayırmak gerekiyor.
Bu kayıp kent, yaya olarak gezilebildiği gibi at, deve, eşek ve faytonla da gezilebiliyor. Vadinin başlangıcında, yeni Petra şehri kurulmuş ve bu şehirde her şey turizme odaklı.
Günümüzde her gün turist akımıyla karşılaşan şehri tam anlamıyla hakkıyla ziyaret etmek günler alacağı için daha hızlı bir turu size ancak develer, eşekler ve at arabaları sağlayabiliyor.
Petra’yı gezerken yorulduğunuzda hemen kiralayabileceğiniz bir binek hayvanı bulmak çok kolay. Ancak pazarlık etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Bu binek hayvanlarını size sağlayacak olan Bedeviler binlerce yıldır bu kanyonların derinliklerinde yaşıyor, hayvancılıkla geçiniyorlar. Kendilerine özgü giyimleri ve görünümleriyle oldukça ilgi çekiciler. Aslen inanması güç derecede zengin bir kültüre sahip olan Bedevileri çıplak gözle görmek için Petra doğru bir yer.
Kadim kavimlere ait şehirler her zaman ilgimi cezbetmiştir. Petra Antik Şehrinin harabelerini gezerken, gördüğüm her şey beni hayretler içerisinde bıraktı, derin düşüncelere yönlendirdi. Şehrin gerçek öyküsünü anlamak için uzun araştırmalara itti. Zamana esir olan çağdaşlarının aksine, kayalara oyulmuş ve farklı din, dil ve kültürleri birleştirmiş Petra, zamana karşı direniyor.
Ürdün, Türk vatandaşlarından vize istemeyen bir ülke. Ürdün’e ulaştığımızda toplu taşıma genellikle çok ucuza geliyor ve çoğu insan İngilizce konuşuyor veya konuşan birini tanıyor. Türk Hava Yolları, haftada 3 defa İstanbul-Akabe arası karşılıklı seferler düzenliyor. Akabe‘den Petra’ya ulaşım 2 saat sürüyor.
Şiddetin, yoksulluğun ve yoksunluğun gölgesinde kaybolup giden şehirlere inat, bu kayıp şehrin sokaklarında sesler yankılanıyor; Petra, gelen misafirlerini kucaklıyor.
Heyecan verici yerler. Ama artık buralara gitmek çok pahalı. Bu bölgeyi gezmek için çok iyi bir program yapmak gerek.
Sabah uçağıyla Amman’a gidiyoruz. Gerçekten fiyatlar çok uçuk, dediğiniz gibi çok pahalıya mal oluyor. Ama değer diye çıkacağız yola, bakalım 😍
Tüm camilerin yönü Petra’ya doğrudur ve Hz Muhammet burada doğmuştur. Tüm ismini bildiğimiz peygamberler Orta Doğudan çıkmıştır. Acaba neden bir araştırın derim?
Saçmalayan biri daha. Bütün camilerin yönü Petra’ya dönük değil. Sen sadece Google mapsten yön bulmaya çalışan ve belgeselinde çizdiği çizgileri bile yanlış çizen bir ahmağa alkış tutuyorsun. Şu yukarıdaki yazılanları doğru okusan ne kadar saçmaladığını anlardın.
Hz. Muhammet (S.A) burada doğmadı nasıl bir insansın yanlış bilgi verdiğin bunca insanın vebali seni mahveder
Belgeseli izledim maalesef insanlarımız mantıktan yoksun ama araştırarak açıklama yapan insanları görmekde çok güzel. Gerçek şu ki adam sadece Google Earth dan yorum yapmıyor… Ticaret yolları, Buhari’nin anlatımı ve başka delillerle konuşuyor. Karşı delilleri sunmak insanların elinde çok iyi araştırmak lazım. Belli ki Petra çok önemli bir yer.