Yine bir yolculuk içerisinde buldum kendimi. Amaç yeni yerlere mi varmaktı, yoksa yolda mı olmaktı bilmiyordum, iyice biribirine karışmıştı artık. Uzun bir yolculuğun içerisindeydim yine. Rota mı? önemi yok; varılacak yer mi? Önemsiz; Nereye mi gidiyorum? Bilmiyorum.

Her ne zaman plan yapsam süreç ve etkenler rotayı değiştiriyor, beni planlanandan farklı rotalara sevk ediyordu ve ben de buna izin veriyordum. Zaten uzun zamandır plan yapmadan seyahat etmeye başlamıştım. Sırtçantamı yüklenip, kendimi sokağa attığımda nereye gideceğime dair kararın benden mi çıkığı yoksa yolun mu belirlediğini bilmiyordum artık, ne önemi var ki zaten!

Quo Vadis: “Nereye gidiyorsun?”

Benim seyahatim belki zaman içinde olan ancak mekandan soyutlanmış bir yolculuk halini almıştı. Sanki, sürekli yola çıkmaktansa hep yolda kalmak en iyisi gibi gelmeye başlayalı çok olmuştu. Yol hiç bitmesin, sürsün…

Son 1,5 yıldır her ne kadar plansız gezdiysem de gideceğim bir sonraki ülke az çok belliydi. Şimdi ise nereye gideceğimi bilmiyorum.

Malta

Daha, önceki gün Bangkok’taki Myanmar Büyükelçiliğindeydim. Myanmar’a vize almak istemiştim elçilik kapalıydı. Myanmar’a uçak bileti almak istemiştim bankam onay şifresini göndermemişti. Otel rezervasyonu yapmak istemiştim, yer yoktu.

Ben de seyahatimin 647. günü, kendimi, Bangkok’tan güneye doğru giden bir trende buldum. Buldum diyorum, çünkü bu ne bir planın parçasıydı ne de ortada bir plan vardı. Myanmar elçiliğinin kapalı olması benim şu an yine rotasız bir şekilde yolda olmamın nedeniydi. Güneye iniyordum, ancak Malezya mı, Tayland’ın başka bir yerine mi, yoksa Singapur’a mı… Bilmiyordum.

Gezginin olarak yolum önümde değil arkamdaydı. Yol değiştiriyor ve dönüştürüyor insanı. Yoldan önce başkası, yoldan sonra ise bir başkası oluyordum artık.

28 saatlik bir yolculukta bunlar geçiyordu zihnimde… Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnızdım…

Turist nerede olduğunuz bilmez, gezgin ise nereye gidiyor olduğunu. – Paul Theroux

Day 647: Tayland:14 Bangkok-Hat Yai Gece Treni, 11 Mayıs 2012

Aklımın bir köşesinde eve dönmek fikri filizleniyordu, ama ben onu görmezlikten geliyordum. Zira son birkaç aydır vaktimin çoğunu bilgisayar başında web sitesi ve yazmak ile geçiriyordum. Zaman harcıyor, para harcıyor ve coğrafya değiştiriyor ama çok fazla yer görmeden yer değiştiriyordum. Beni güneye, bu trende olmaya yönlendiren de hiç hesapta olmayan bir şeydi.

Seyahatimin 500. gününde Singapur’dan kendime hediye aldığım, Samsung Galaxy Tablet’te sorun vardı ve ben galiba onu yaptırmaya Singapur’a gidiyordum. Ancak kendimi Singapur’da değil de Malezya’nın ünlü tatil adası olan Langkawi’de buldum.

Bangkok’tan yola çıkmış, 17 saatlik bir tren yolculuğu ile Hat Yai şehrine geçmiş, oradan otobüsle birkaç saat yolculuk sonrası Tayland’ın en Güneydoğu şehri olan Satun’a ulaşmış ve oradan da Tayland gümrüğünden geçip, Langkawi Adası‘na giden feribota binmiştim. Bangkok’tan ayrıldıktan 28 saat sonra bir başka hostele yerleşmiştim.

Langkawi’de biraz gezip tozduktan sonra yaptığım şey yine değişmiyordu, bir bağımlı gibi yine laptop başına geçip deli gibi yazıyordum. Çektiğim binlerce fotoğrafları düzenliyordum, yazıyordum, sitenin kodlarını geliştiriyordum.

Langkawi’den ayrılıp da tekrar yola düşüp gecenin bir yarısı kendimi bu defa hiç aklıma gelmez ve bilmediğim bir yerde, Malezya’nın Ipoh şehrinde buldum. Çoğunuz bilmez, ben de bilmezdim, sadece haritada bir yer olarak gözüme çarpıyordu. Hesapsız, plansız yola düşmenin sonucuydu.

Langkawi Adası’ndan, Malezya anakaradaki Kuala Perlis otogarına geçtiğimde, bir sonraki rota hakkında kararımı orada vermem gerekiyordu ve önümde 3 rota vardı Cameron Highlands, Kuala Lumpur ve Singapur. Diğer yandan Perhentian Adası bana göz kırpıyordu, bir de uzaktan sesini zayıfça işittiğim, dünyanın en kadim ormanlarının olduğu Taman Nagara vardı.

Lankawi-Adaları-Yolda-Olmak
Lankawi Adası, Malezya

Bir süredir böyle seyahat ediyordum. İnanılmaz bir özgüven ve özgür olma hissiyle dolup taşmış bir ruh haliyle yollardaydım. Uzun süre yolda olmak mı bunu doğruyordu, yoksa yıllar süren deneyim sonrasında, seyahat etmenin ve yolda olmanın kodlarını mı çözmüştüm bilmiyordum. Buna Vagabond deniyormuş ve bukelimenin anlamını da bu dönemde Twitter’de bir arkadaşımdan öğreniyordum.

Bu psikoloji biraz tehlikeli bir çizgi diye düşünmeye başlamıştım. Bu böyle sürerse geçmişe dair bağlar iyice kopacak, yolda olmak, yolculuk başlı başına bir bağlılık ve bağımlılık olacaktı. Bir çeşit uyuşturucu etkisi altındaymış gibiydi beynim. Oldukça mutlu, mutluluğun ötesinde yaşamın her anından haz alma durumu; ve bunu bozabilecek her etkiyi görmezden gelme iradesi.

Sanki bir çeşit yaşamın, mutluluğun, doğanın, dünyanın ve insanlığın farkındalığına varıp, kodları çözmek gibi bir histi. Görülen, dokunulan, koklanan her şey vücuda müthiş derecede serotonin salıyordu. Egzoz gazları, gürültü, sıcaklar, klimasız otobüsler ve otel odaları, , toz toprak, uzun yolculuklar, tıraşsız yüz, kirli kıyafetler, etrafta uçuşan sivrisinekler, hiç sevemediğim köri sosu kokan sokaklar… beni rahatsız etmiyordu artık.

Bu ruh hali etkisinde ve hiç aklımda yokken kaldığım Ipoh şehrinin daracık odasında, bunları düşünmüş ve kendime gelmiştim. Son birkaç haftadı, belki birkaç aydır, bu ruh haliyle yolculuk yapıyordum.

Sirt-cantasi-Sirtcantam

Ipoh sonrası geçtiğim Cameron Highlands’ın serin havasında kendime daha çok gelmeye başladım. Avustralya SBS Televizyonu bir süredir benle röportaj yapmak istiyordu ve cameron Highlands’te bu fırsatı bulduk. Röportajda, bana sorulan sorulardan birine verdiğim cevap beni daha sonra şaşırtacaktı: “Dönsem iyi olur, görmem gereken, hiç görmediğim 2 yeğenim var ve ben onların bebeklik hallerini görmek istiyorum ve tabi ki ailem..”

İçimde büyüyen “dönmen gerek” düşüncesi filizlenmenin ötesinde boy vermişti de haberim yokmuş. Oysa halimden de memnundum ve bu da güzel bir şeydi. Hiçbir baskı altında kalmadan, kendiliğinden gelişen yeni bir rota karşımda duruyordu; eve dönmek. Dönmek değildi aslında, doğru cümle eve gitmek olacaktı.

Cameron Highlands sonrası ise, yolda olma tarzım pek de değişmemişti, hesapsız kitapsız yola çıkmıştım yine! Gecenin bir yarısı Kuala Lumpur Merkez Terminalinde otobüsten indiğimde, yine nereye gideceğimi bilmiyordum. Kuala Lumpur şehir merkezine mi gidecektim, yoksa Singapur mu?

Gidip Singapur için otobüs bileti alabileceğim acente ofislerin baktım, hepsi kapalıydı. Ne yapacağımı sanki ilk defa düşünmeye başlarmış gibi gidip koltuklardan birine yerleştim. Aslında aklımdan her zaman yüzlerce rota, plan, yer geçiyor ve bu çoklu plan veya düşünceler içerisinde, sanki ben tamamen plansız gibi oluyordum.

Bu yüzünüzü bir yere çevirip bir süre gidip sonra durup, aynı rotayı yürüyüp yürümemeye veya yüzünü farklı bir yöne çevirmeye benziyor. Biraz sola veya sağa dönüp de devam edebilirsiniz. Nihai hedef Singapur gibi karşımda duruyordu ama ben sanki oraya gitmemeye çabalıyormuşum gibiydi.

Kuala-Lumpur-Singapur-Train

Birden tren bileti sormak aklıma geldi, meğer aklıma gelmemiş, hemen bilet satış ofisinin önünde duruyormuşum da haberim yokmuş. Hemen gişeye yöneldiğimde 10 dakika sonra Singapur’a gidecek son gece treni olduğunu söylediklerinden birkaç dakika sonra ben sırtımda neredeyse 30 kg olan sırt çantamla terminalin içerisinde koşturuyordum.

Kısa bir süre sonra 2. sınıf kompartımandaki koltuğuma yerleşmiştim. Seyahatimin 647. günü Bangkok’tan başladığım, güneye doğru inen yolculuğumun üzerinden 10 gün geçtiken sonra, bu rotamın nedeni iyice netleşmişti: Samsung Tabletimdeki bir sorun.

Gideceğim yer ise belliydi artık: Singapur

Day 656: Malezya:9 Kuala Lumpur-Singapur

28 Yorumlar

  1. Seni seviyor ve ilgi ile takip ediyorum. Ben de gezmeyi seven ve yolda olmaktan mutluluk duyan bir insanım, ne zaman yurt dışına çıkacak olsam tecrübelerini aktardığın yorumlarını okuyarak yola çıkıyorum. Teşekkürler. yolun hep açık olsun…

  2. Yolda olmak budur işte. Benim de hayalim ve her yazınızı takip ediyorum. Hem bilgiler hem anılarınız çok ilham verici Kemal Bey. Tekrar teşekkürler.

Yanıt yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz