Singapur’a bu üçüncü gelişim. İlk gelişim ülkeyi (yoksa şehri mi demeliyim) keşfetmek içindi, 3 gece kalmıştım ve buradan da 40 gün sürecek macera dolu Borneo seyahatine geçmiştim. İkinci Singapur ziyaretim ise, süresi bitmekte olan pasaportumu yenilemek içindi. Borneo sonrası geçtiğim Filipinler gezimi yarıda bırakıp Singapur’a geri dönmek zorunda kalmıştım. Sebep, Filipinler’deki Konsolosluğumuzun pasaportumu yenilemek için yurda dönmem gerektiğini söylemişti.
Şansımı Singapur’da denemek için gelmiştim. Hiç umudum yoktu ama şans yüzüme güldü ve yenilenen pasaportumu (dünyanın en pahalı pasaportunu) cebime koyup yolculuğuma devam etmiştim. Tabi yeni pasaportumu beklerken bu şehir devletinde 15 günden fazla zaman geçirmek zorunda bırakılmıştım.
Kritik Kavşaklar Yolculuklarla Başlar
Singapur bana doymamış olacak ki şimdi üçüncü defa buradaydım. Modern plazalardaki işlerine giden şık insanların arasında, parfüm kokan caddelerde, sırtımda koca bir sırt çantasıyla yürüyordum. Birkaç yıl önce ben de onlar gibiydim; takım elbise, beyaz gömlek, kıravat…Armani Acqua Di Gio parfüm… Şimdiyse uzun bir tren yolculuğu sonrasında dağınık saçlı, kırışık pantolon ve t-shirtümle bir yabancıydım bu şehirde. Ama kendimdim.
Gece yarısı Kuala Lumpur’dan trenle yola çıkmıştım. Sabahın erken bir saatinde Singapur’daydım. Yanımda hiç Singapur doları yoktu, oysa otobüse binmem, metro için kart almam gerekiyordu. Üstelik hafif bir yağmur da vardı. Benim bu plansız ve düşünmeden seyahat etme tarzım çok zaman kaybına yol açıyordu.
Oysa benim zamanla olan ilişkim değişeli çok olmuştu. Haftanın hangi günü olduğu çoktan yitirmiştim, hangi ayda olduğum ise ancak biraz düşününce akla geliyordu.
Bir döviz ofisi bulup biraz Singapur Doları aldım. Kahvaltılık bir şeyler yedim, ne yediğimi bilmeden. Böylesi anlarda ‘bilmediğim şeyleri yemem‘ sözün ne kadar da saçma olduğunu tekrar anımsar ve gülümserim.
Singapur merkeze gitmek için bindiğim otobüste, dokunarak insanları iyileştirdiğini söyleyen 70 yaşlarındaki Hacı Seyit Ali ile tanıştım. Dokunarak ısı enerjisi aktardığını ve bunu Allah’ın yardımıyla kalpten yaptığını söyledi. Ona göre bütün ilimlerin kaynağı Kur’an’mış. Hac’da bir Türk arkadaş edinmiş ve geçen yılbaşında İstanbul’a, onu ziyarete gitmiş.
Yolda olmanın güzel yanlarından biri de bu; biri birinden renkli kişiliklerle tanışmak hoş bir deneyim. İnancımı sorunca, ben ateistim dedim; uzun uzun baktı bana ve bir daha da konuşmadı benimle.
Plaza Singapora gökdelenine vardığımda saat henüz sabahın 9’du. Bangkok’tan Singapur’a uzanan seyahatimin sebebi –sanırım- Samsung Galaxy Tab 10.1 tablet bilgisayarımdı. Ekranında sorun vardı, garantisi varken yaptırmak istemiştim ve o garanti sadece Singapur’da geçerliydi.
Bangkok’tan yola çıkmıştım ama Singapur’a varmam 10 günü bulmuştu. Anlaşılan amacım Singapur’a gelip tableti tamir ettirmek değil de yol üzerinde görmediğim yerleri görmekmiş.
Seyahatin boyunca en çok kaybolduğun an nedir diye sorarsanız o an Singapur’da Samsung servisinde yaşadığım anlardır dersem biraz garip gelebilir değil mi! Oysa birkaç hafta önce Filipinler’de bir mağarada kaybolmuştum, hem de 4 saat ve tek başına! Yine de huzurlu ve mutluydum.
Oysa bu modern alışveriş merkezindeki Samsung Servisinde kayboldum. Aklımdan geçen program: Tableti servise bırak; muhtemelen 2-3 gün sonra biz sizi ararız gelip alın diyecekler. Little India’ya git ve hostele yerleş. Gidip tableti al ve Kuala Lumpur’a dön…
Aslında böyle bir plan yaptığımı da ancak planın böyle yürümeyeceğini anladığımda anladım. Hep araç kullanmayı örnek veririm. Araç kullanırken ne yaptığınızı düşünmezsiniz ama yaparsınız. Aynalar, direksiyon, vites at, düşür… hepsi bir refleks olarak gelişmiştir. Bendeki seyahat tarzı da böyle bir şeydi. Düşünmeme gerek yoktu, kendiliğinden oluyordu bazı şeyler.
Araçla kaza yaptığında ancak anlarsın ki frene zamanında basmamışsın, az basmışsın, hızlıymışsın veya gaza basamamışsın yeteri kadar… Kaza olduktan sonra, oturup düşününce bunları idrak edersin.
İşte böylesi bir kaza anında ben rotamı kaybetmiştim.
Güler yüzlü ve güzel yüzlü Singapurlu servis çalışanı, birkaç saate kadar Samsung tabletimi verebileceklerini söylemişti. İşte bu andan sonra ne olduysa oldu.
Uzun süredir bir çeşit trans halinde süren, kendimi yollara vurmuşluğum son buldu. Kesin ve net bilinçli olarak rota çizmek zorunda kaldım.
İçimde eve dön diye bir dürtü işte o anda ilk defa yeşerdi ve bir anda öyle bir büyüdü ki kendime şaşıyordum!
Bu duyguyu uzun süredir hiç hissetmemiş, hissedince görmezlikten gelmiş, görmezlikten geldiğim şey filizlenince ret etmiş biri olarak o an eve dönmek için yanıp tutuşmaya başlamıştım.
Dönmek kararı almanın öncesindeki, düşüncelerin beynimde uçuştuğu anlar ise kayboluş anlarıydı; kendimle konuştuğum, çeliştiğim, tartıştığım ve sonunda büyük bir huzurla “evet döneceğim” kararı almadan önceki anlardı. Yollardaki bu ruh halini seven tarafımı ikna etmem pek de kolay olmadı.
Singapore Changi Airport’a gidip ekranda gördüğüm, memlekete en yakın yere uçmak fikri önü durdurulamaz şekilde baskın geliyordu. İnsanın bedeninden sıyrılıp dışarıdan kendine bakması gibi yazıyorum şu anda.
Büyük bir heyecanla evet bunu yapacağım diyordum. İçimde hemen yarın evde olmak fikri büyüyordu. Aile ile güzel bir kahvaltı sofrasına (evet yoldayken en çok kahvaltıyı özlersin) oturmak…
Can çıkar huy çıkmaz
İstanbul’a direk uçuş almak yerine ben aktarmalı uçuşları tararken buldum kendimi. Oysa ki kısacık bir süre evvel ekranda gördüğüm ilk yere uçmak düşüncesi vardı zihnimde, sonrasında ise bir an önce eve dönme, şimdiyse eve gitmeden bir yelere uğrama düşüncesi ağır basmıştı ve durağımı seçiştim bile; Doha, Katar’ın başkenti.
Biletimi almaya çalıştım ama daha önce, Myanmar uçak bileti almaya çalışırken başıma gelen şey tekrar oldu. Online uçak biletini kredi kartı ile alırken Akbank’ın cep şifreyi gönderememesi benim tekrar kayboluş anlarına geri döndürdü.
Birkaç hafta önce de Bangkok’tayken Myanmar uçak biletimi alıyordum ve yine Akbank cep şifreyi gönderememişti. Şimdi Singapur’da, eve dönüşün arifesinde aynı ruh hali ile bulmuştum kendimi. Akbank’ı iki defa telefonla aramaya çalıştım ama… Bankaların telefon robotlarından nefret etmeyen var mı?
Bu defa çıkış noktası Asya, destinasyon Türkiye olarak bilet aramaya başladım. Cidde, Doha, Dubai, Kahire, Lübnan, Moskova ve bize yakın komşu Tahran şehirlerini gördüm. Birden aydınlanma yaşadım, evet İran!
Air Asia’nın Kuala Lumpur-Tahran uçuşunu gördükten birkaç saniye sonra kararımı vermiştim, çantamı sırtladığım gibi kendimi dışarı attım.
Birkaç saat sonra Malezya’nın, Singapur’a geçiş şehri Johor Bahru’da Polonyalı bir işadamıyla tren istasyonundaki Sturbucks’ta sohbet ediyordum.
Hayatımın en kısa ülke ziyaretini yapmıştım. Bu üçüncü Singapur seyahatim sadece 8 saat sürmüştü. Hayatımın en kısa ülke seyahati olarak kayda geçti.
Kaybolmuşluktan kurtulmuş olmanın rahatlığıyla iPhone telefonumdaki Air Asia uygulaması ile Akbank Cep şifresine ihtiyaç duymadan Tahran uçak biletimi almıştım.
Hayatımızın kontrolü kendi elimizde mi?
Bir Samsung Tablet, bir Akbank, Myanmar Elçiliğinin bir günlük tatilde olması benim rotamı ve dolayısı ile geleceğimi değiştirebiliyordu. Bunu Johor Bahru’daa Kuala Lumpur’a giderken uzanmış olduğum yataklı gece treninde düşünüyordum. Aslında ana aktör Akbank’tı.
Birkaç hafta önce Myanmar uçak biletini alabilmiş olsaydım, şu anda Myanmar’daki yatağımda uyuyor olacaktım. Doha biletini almış olsaydım şu an gökyüzünde bir yerlerde olacaktım.
Oysa simdi yine bir tren yolculuğunda, içerisi buzdolabı gibi olan bir kompartımanda, tertemiz çarşafa sarılmış uyumaya çalışıyordum.
Aldığımız her karar, hayatımızın bir dönüm noktasının başlangıcı olabiliyor. Verdiğimiz, veremediğimiz, vermek zorunda olduğumuz kararlar belki de hayatımızın en kritik kavşakları.
Ben bu Singapur yolculuğumda yeni bir kavşağa girmiştim.
Çok çabuk uykuya daldım. Neredeyse 2 yıl sonra eve dönüyor (gidiyor) olmanın huzuru sarmıştı beni.
Day 657: Malezya:10 Johor Bahru-Kuala Lumpur Gece Treni, 21 Mayıs 2012
Gezmek, görmek ve yaşamak istediğim bütün ülkeleri gezmişsiniz çok kıskanıyorum. Siteye her girdiğimde daha da cesaretleniyorum. Ben de hep işi gücü bırakıp sırt çantamı alıp yola koyulmak isterim ve en kısa zamanda yapacağım. Teşekkür ederim.
Bazan kaybolmak, bilmediğin yolara girmek, kendini dalgalara, rüzgara, yolların akışına bırakmak, kaybolmak, farklı duygular yaşamak… insanın kendisini tanımasına vesile olur. Ben de senin devasa parkurda yaptığını minyatür parkurda yapıyorum. Sana imreniyorum ama eksik bulduğum bir şey var; yol arkadaşı. Fazla konuşmayan, duygularını bakışları ile anlatabilen bir yol arkadaşı. Saygılar.
Bir meslektaşınız olarak bayağıdır takip ediyorum sizi. Bir kaç yıl oldu galiba! Facebook’tan Laos fotoğraflarınızı paylaştığınız günleri hatırlıyorum. Taa o zamana dayanıyor gizli dostluğumuz 🙂 Bir veteriner hekim olarak benim bu tarz bir gezi yapmam çok zor diyordum. TRT Radyo’daki röportajınızda veteriner hekimim dediğiniz gün hak ettiğim cevabı aldım. Üniversiteye başladığımda ilk hayalim yurtdışına bir kez olsun çıkmaktı. 8 sene geçti üzerinden daha pasaportum bile yok. Benimki de ayrı bir başarı 🙂 Tebrik ediyorum tekrardan 🙂
HAYATIN GÜZELLİKLERİNİ, RENKLERİNİ PAYLAŞMANIZ ADINA TEŞEKKÜRLER. ÖNEMLİ OLAN YOLA ÇIKMAK! DÜNYANIN GÜZELLİKLERİNİ DAHA ÇOK KEŞFETMEK, YAŞAMIN IŞILTILARINI FARK ETTİRMEK,GÜZEL ŞEYLER!! GÜZEL YOLLAR DİLERİM.
Daha ne denir. ne güzel tarif etmişsiniz her şeyi. Teşekkür ederim.
Kemal, 🙂 Her seyi acik secik yazman ve anlatimin cok guzel. Ama cok gezmek, hele hele uzun sure yolda olmak, gezmenin zevkini bitiriyor. Baksana, Singapur’a gidiyorsun 8 saat kalip, cikiyorsun (hos Singapur’da uzun sure yapacak bir sey yok), ve yorgunlukla geciyor zamanin. Oysa kendi evinde rahat uzanmak gibisi yok. Cok gezince, gezmenin tadi olmuyor, ama evde otururken, gormedigin yerleri de merak edip duruyorsun. Celiski… Sadece meraki kontrol etmek lazim.
Uzun süre gezmek insanı değiştiriyor, hayata bakışı ve tüm alışkanlıkalrı kökünden değiştiriyr hem de. O nedenle gezme zevkini bitirdiğini düşünmüyorum.
Sadece zevk için gezildiğinde haklı olabilirsiniz. Bir süre sonra birçok şey aynılaşmaya benzer. Alınan heyecanlar azalabilir. Bu da normaldir, çünkü deneyimler arttıkça beklentiler de artabilir.
Bilinçli bir gözle bakılıyorsa görünen yerlere ve şahit olunan kültürler özümsenirse hiç bir zaman seyahat etmek sıkıcı olmaz.
Herkes dönüp de kendi yaşantısına baktığunda her gün, her hafta, her yıl aynı şeyleri yaparken geçirirken bulacak kendisini. Çalıştığı yer, yemek yenilen restoran, kahve içilen cafeler, yürünen yollar, hatta alışveriş yerleri hep aynı. Aidiyet hissi hayatımızı yönetiyor. Asıl sıkıcı olan budur.
İmkan ve fırsatı olan gezmeli. Ben seyahat ederken de evde olduğumda da keyif alıyorum.
Ben doga, sehirler acisindan soylemistim. Daglar, deniz, gokyuzu… Kulture, yasam bicimine bakinca: Aslinda su yasadigimiz cagda, artik insanlar oyle cok farkli gelmiyor bana. Yasadigimiz yerler ne kadar uzak olursa olsun, yasam ayni gibi. Herkes is pesinde, uretim pesinde. Zaten internet ve TV, globallesme herkesi yakinlastirdi.
Mutluysan, ayni seyleri yapmak cok guzel bir sey.
Aşırılık, şupheyi bagrinda tasir. ölcüsüzlük dogru olmamaya işarettir.
Gezmek, görmek, keşfetmek benim ruhumun en çok özlemlediği şeylerden. Kuching, Kota Kinabalu, Singapur ve Hong Kong’a gittim. İnanın her gittiğimde bir kaç misli daha aşık oldum Uzak Doğu’ya. Kimbilir daha neler neler vardır keşfedilmeyi bekleyen.
Szin gezilerinizi merakla izliyor ve bir o kadar da burnumda tüttürüyorsunuz. Çok güzel anılarınzı paylaşıyorsunuz bizimle.
İlginiz ve yorumunuz için teşekkürler Erhan Bey. Borneo çok etkileyici bir yer. uzakdoğu her yeriyle görülmeye değer.
Selamlar, Ben de böyle macera dolu geziler yapmayı çok isterdim. Biz de böyle geziler yapmaya çalıştık ama, Tayland’la sınırlı kaldı. Keşke imkan olsa da siz bir gezi düzenleseniz bizler de katılsak ne dersiniz?
Ben ne zaman yola çıkcağımı ve yoldayken de ne zaman yer dğiştireceğimi kestiremiyorum. O nedenle benim birileriyle seyahat etmem çok zor.
Belki organize olup bir şeyler yapabiliriz. Kimbilir…