Tren yolculuklarını severim, uzun tren yolculuklarını daha da çok severim. Düşünmek için eşsiz bir fırsat yaratıyor tren yolculukları. Hele yalnız seyahat edenlerdenseniz, tren yolculukları insanın kendisiyle, düşünceleriyle baş başa kalması için eşsiz bir atmosfer sunuyor.
Hele gün batıp da karanlık çökmeye başlayınca, pencereden insanın gözlerini ve zihnini meşgul etmeyen siyah bir görüntü varsa o zaman daha bir kendinle baş başa kalıyorsun.
Düşünmek çoğu zaman unuttuğumuz bir şey oldu. Düşünmek, kendimizi, ne yaptığımızı düşünmek; geçmişimizi, anlarımızı, hayallerimizdeki hayatımızın neresinde olduğumuzu, nereye gittiğimizi, patikamızın çamurlarını, güllerini… düşünmek. Derinlemesine ve kendimizden kaçamadan, daha da derine inerek dürüstçe düşünmek. Akışımızı düşünmek, nasıl yaşadığımızı düşünmek.
Okyanusya ve Güney Asya’da 2 yıl boyunca süren seyahatimde yaptığım uzun yolculuklar bir çeşit ritüel havasında geçerdi. Bu yolculuklarda en güzel anlarımdan birinin bu uzun yolculuklarda uzun uzun düşünebilme fırsatı yakalayabilmem olduğunu fark etmiştim.
Kendimi anlamam, kendimi tanımam için eşsiz bir deneyimdi bu anlar. Ancak sanki bu iklimden biraz uzaklaşmış olduğumu fark ediyorum. O ruh halini tekrar hatırlamam ancak yine uzun süren bu tren yolculuğuyla mümkün oldu.
Düşünüyordum uzun uzun ben de bu tren yolculuğunda, Leipzig’den Budapeşte’ye doğru uzayıp giden tren raylarında yolculuk yaparken. Sorguladığım şey yine bir rutinin içende miyim değil miyim diyeydi.
Temmuz ayının 19’da Batum gezisi için evimden ayrılmıştım. Batum gezimin hemen sonrasında Hurghada’da Kızıldeniz’de dalış turundaydım 1 hafta boyunca. Hurghada sonrasında evimde olmayı düşünüyordum, en azından öyle planlamıştım, ancak İstanbul’da oyalanmam gerekti ve evime dönemeden Budapeşte’ye geçtim.
Ünlü Sziget Festivali’nde çılgın gençlerin arasındaydım. Budapeşte sokaklarında 10 günden fazla dolaştıktan sonra, sonra Bratislava’daydım. Sokakta kurulmuş bir kitaplığın yanı başında yine sokağa konmuş koltukta oturuyordum üşüyerek Ağustos ayında.
Kısa bir sonra ise Viyana’nın sisli ve puslu, yağmurlu sokaklarında dolaşıyordum. Yine bir tren yolculuğuyla Cesky Krumlov’daydım. Ortaçağ’dan kalma bir atmosferin içindeki dar sokaklarında dolaşıyordum bu şirin kasabanın.
Sonrasında Prag’daydım. Sonra yine bir tren yolculuğu ile Dresden‘de ve sonrasında yine bir tren yolculuğu Leipzig, Almanya‘daydım. Şimdiyse 13 saat süren bir tren yolculuğuyla, ayağımı sürdüğüm o kadar şehri geride bırakarak tekrar geri gidiyorum Budapeşte’ye; düşünmeye fırsat bularak.
Nerdeyse 2 aydır kesintisiz evimden uzakta yollardaydım. Hiç de böyle planlamamıştım, hoş ne zaman planlarım tutar ki sanki!
Şimdi böylesi yaşantının neresi rutin sorusu sorulabilir belki, değil mi? Dışarıdan bakıldığında hayranlık duyulan hayatların bile kendi içerisinde bir rutini vardır. Tekrarlanan ve yine kendini tekrarlayan bir yaşam, olaylar ve akış.
Bu yolculukta, bir zamanlar tutkuyla bağlı olduğum, yolda olmak akışından biraz kopmuş olduğumu fark ettim. Benim için yolda olmanın felsefesi varsa o da yolun kendisi, yani kısaca yolda olmak haliydi. Başlangıcı, sonrası ve de sonu belirsiz yolları daha çok seviyorum.
Akşam başımı hangi şehirde veya kasabada yatağa koyacağımı, hatta yastığımın olup olmayacağını bilmeden yolda olmayı seviyordum ben. Ancak önceden planlanmış seyahatlerimden dolayı bu duygudan uzaktaydım biraz. Planlanmış, art arda sıralanan ve her defasında İstanbul’a dönüşün olduğu seyahatlerimin arasında bir nevi savrulduğum için yorgunum.
Seyahat etmek değildi beni yoran. Kendime yoldaolmak.com site ismini seçerken bile farkında olmadan doğru bir karar vermişim. Yolda olmak beni yormuyor, yolda olup da gezip, gördüğüm, deneyimlediğim yerler hakkında zihnimde biriken tonla bilgiyi yazıya dökememiş olmanın stresi beni yoruyor.
Beynim yep yeni bilgi ve deneyimlerle dolarken, bunu taşımanın yorgunluğuyla eziliyorum. Geçmişte her yolculuğun sonunda oturup yazıyordum. Yazmak, yazmak ve yazmak… akıtmak o bilgiyi, deneyimi, duyguyu kelimelere beni rahatlatıyordu.
Hostel ortak alanında herkes eğlenip, sohbet edip veya gece hayatına akarken; ben hostelde bir masa bulup orada saatlerce yazardım. Bu benim kendimi en mutlu hissettiğim anlardı. Üretmek, bilgiyi paylaşmak, yazacaklarımı belki de hiç kimse okumayacağı düşüncesi olsa dahi yazmak…
Bu sadece bu beyinde kalmaması gereken bilginin kendini somutlaştırma çabasıydı aslında. Bildiğim bir şey vardı, yazmam gerekiyordu. Yol göstermek ve bu dünyaya bir iz bırakmak değildi öncelikli amacım. Sadece yazmak istiyordum hissettiklerimi.
Bu yüzden çok sık seyahat eden, ancak eskisinden daha az üreten ruh halinin sıkıntısı gelip bu tren yolculuğunda beni bulmuştu. Önceliğimin seyahat etmek, yeni yerler görmekten değil yazmak ve üretmek olduğumun farkındayım.
Gerekirse kendime ve sevdiklerime ve hatta yollara daha az zaman ayırarak. Sürekli seyahat halinin oluşturacağı rutini ancak yazarak kırabiliyorum ben. Neden mi bunları yazdım? Bilmiyorum.
Aklımdan geçenler bunlar. Sadece sesli düşünüyorum belki bu tren yolculuğunda. Kendime bazı şeyleri tekrar hatırlatmam için belki. 19 Temmuz’da ayrıldım evimden ve ne zaman evime döneceğimi bilmiyorum. Ama şunu biliyorum artık, eskisinden daha sık üreteceğim.
6 Eylül 2014, Prag-Budapeşte arasında bir yer.
Bu yaz 20 yaşında bir genç olarak 45 gün boyunca Çin’deydim tek başımaydım ve şehirler arası yolculuklarımı hep trenle yaptım. Hangzhou-Şangay-Pekin-Hong Kong arasını trenle gezdim. En keyif aldığım tren yolculuğu ise 8,5 saat süren Pekin Hong Kong oldu, çünkü o yolculuk sırasında aynı sizin yaptığınız gibi kendimle baş başa kalma fırsatı buldum. Çevremde olup bitenlerden biraz olsun uzaklaşıp başımı cama dayayıp Çin’in bir ucundan diğer ucuna yol alırken bu seyahatin bana kattıklarını düşündüm.
45 günlük Çin maceram sırasında her gün günlük tuttum, trende ilk günlerde yazdıklarımı okurken, 1 ayın bile insanı ne kadar değiştirebileceğini fark ettim aslında. O yolculukta hem kendimle kaldım, hem yeni insanlar tanıdım. Hiçbir Çinliyle saatlerce sohbet etme fırsatı bulamayan ben, o yolculukta dakika belki de saatlerce sohbet ederek hem ne kadar farklı olduğumuzu hem de aslında ne kadar aynı olduğumuzu fark ettim. İlk kez bu kadar uzun bir tren yolculuğu yaptım ve bu zamana kadar yapmamış olmaktan dolayı biraz eksik hissettim kendimi aynı zamanda…
Tren yolculuğu… Normalde yazan biri değilimdir; ancak bir otobüs yolculuklarında bir de trenle seyahat ederken kendimi yazarken buluyorum. Hele bir de Avusturya’da yer alan Hallstatt’a gidiyorsanız başlı başına bir seyahati, yazmak için benzersiz bir süreyi de deneyimlemiş oluyorsunuz. İlk yurtdışı tecrübemde bu kasabayı keşfettiğimiz için kendimi şanslı hissediyorum. Sizin gibi deneyim ve duygularını bu denli akıcı yazıya dönütürebilen biri için zevkli bir yolculuk olabilir. Uğrama fırsatı bulamadıysanız tavsiye ederim.
Uzun bir tren yolculuğu. Tıpkı sizin ki gibi.Heyecanlandım düşünürken bile. Daha önce deneyimlenmemiş bir şey benim için. Önemli olan yolculuk değil der bir düşünür. Aslolan yolculuğa karar vermektir. Ben kararımı verdim, böyle bir yolculuk benim kader çizgimde var ve beni mutlaka çağıracak…
Sizlerle bu deneyimimi paylaşmak üzere… Sağlıcakla kalın.
Su anda Bangogk’dayim. Bu gece İstanbul’a donuyorum. Sizin tren yolculugunda hissettiklerinizi 2 hun once Chiang Mai’den Bangkok’a trenle gecerken hissettim. Nereye gidiyorum diye dusundum. Gunlerden ne, ayin kaci bilmiyordum. Gecmis yoktu, gelecek yoktu; sadece trendeydim ve gidiyordum. Gece oldugu için camdan siyah golgeler goruyordum sadece, kulagimda muzigim, yuzumde bir tebessum, sadece yolda oldugumu, ‘o anda’ oldugumu hissediyordum. Tren bir yerde duracak beni indirecekti, sonra baskalarini alacak yine hareket edecekti. Tren hep yolda olacak, hep birilerini bir yerlere kavusturacakti.
Tren yolculuklarını uçak yolculuklarından ayıran nedir diye düşünmüşümdür hep. İki şekilde de onlarca kez seyahat ettim ancak uçakta kimseyle tanışmadım mesela. Tren yolculuklarım sırasında o kadar çok insan tanıdım ki o kadar farklı hayatlar gördüm ki..
Onca kez uçağa bindim ama insanların tek düşündüğü biraz sonra hosteslerin ne ikram edeceği ve uçağın inmesine kaç saat kaldığı. Halbuki trenlerde kimsenin acelesi yoktur. Çantasından çıkardığı bir paket bisküviyi sizinle paylaşmak ister karşınızdaki. Konuşmak ister, anlatmak ve dinlemek ister… Ya da boş bir kompartımanda rayların gürültüsünde camdan dışarıyı izlemek kadar dinlendiren başka bir şey var mı?
Yeni yerler keşfetmek her ne şekilde olursa olsun çok güzeldir, ancak trenle yapılan yolculuklaın insana kattıkları çok özeldir.
Kemal bey merhaba, ben de bir seyahatsever ve gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seven biri olarak sizin yazılarınızdan çok fazla istifade ediyorum. Teşekkürler.
Avrupa’da içerisinde wifi- restoran ve her türlü konforun olduğu trenler yerine daha geri kalmış ülkelerdeki konforsuz tren yolculukları daha ilginç hikayeler çıkartabilir diye düşünüyorum. Dediğiniz gibi kısa süreli tren yolculuklarından ziyade uzun süreli yolcuklar daha çok hikaye ve heyecan için ideal bence.
“Sürekli düşünüyorum da neden kuşlar Dünya’daki her yere uçabilecekken aynı yerde duruyorlar? Daha sonra kendime de aynı soruyu soruyorum…”
Bu rotada yol aldiginizi biliyorum sayin gezgin, umarim bir gun bir yerlerde yolumuz kesisir.
Bir anlığına rolleri degiştirdim ve tren yolculuğunuza çiktim. Fotoğrafataki manzarayi görmüş olmanın müthiş hazzı bana ilham olarak yansiyor ve kendimi hemen bir şeyler cizmek isterken buluyorum. Ardindan rolden cikiyorum ve aliciyi harekete geciren yazinizin ardindan, kendime kalinca bir defter ve dünya haritasi almayi öncelikli iş olarak belirliyorum.
Bloglardan okuduklarimi pratige dokme heyecani yasiyorum su an. Simdiye kadar neden yapmadm bilmiyorum. Müthis bir heyecan var icimde. Rota belirlemek ve sonrasnda kendimi akışına birakmak istiyorum. Yollara birakmak istiyorum. Tesadüfi bulusmalar kesfedisler istiyorum. Paylasmak istedim. Sesli düşündüm sizin gibi. Baslamaliyim bir yerlerden. Tesekkurler, sevgiler.
Düşünmenin arkasından gelen yazmak eylemi, paylaşmanın ötesinde insanın kendini anlama ve anlatma çabası değil mi biraz da? O yüzden bitmeyen bir ihtiyaç benim için de. Yaşadıkça, yolda oldukça, düşündükçe çoğalıyor yazma ateşi içimizde. 🙂
Biraz da karşılaştığınız insanların yaşam ortamlarında oluşan ruh haletiyelerini, deneyim ve kişisel görüşlerini yazsanız? Her insan bir dünya kavramıyla. Farklı kültürler, günlük yaşam runitlerini anlatıyor olmak biraz yüzeysellik gibi geliyor. Yani İNSANA DEĞMEK diyelim buna. Ortamlardaki insanların kanaat ve değerlendirmeleri bir yanıyla onların içlerindeki SENTEZLERİdir de.
Evet İNSANA DEĞMEK; insan neden orada doğdu, ne öğrendi, hangi toplumsal örf, adet, kavram ona neyi öğretti? Hangilerini değer aldı? Yada değer aldığı ve yaşamını yönlendirdiği kavramların sonucunda değerlendirmeleri ne ve neler oldu?
Her toplumda GELENEK adı altında rutin uygulamaların kişiden kişiye etkilerini incelemek belki. Bir Kış günü Erzurum’da seminer verirken bir katılımcının “Burada insanlar yaşlanmıyor, kışın donuyor, yazın çözülüyor” demesi gibi. 🙂 Bu o kişinin bir değerlendirmesi ve uzun vadede görüş elde etmesi nüktedan tavrıyla bir örnek olsun istedim.
Çok başarılısınız bunu bilin ve pratik tarzınız da insanlara yön veriyor, kolaylaştırıyor.
Ben de çok seviyorum tren yolculuklarını… Raylardan gelen metalik sesin tünele girdiğinde uğradığı değişim ve bitmeyen bir melodi. Yeni yıla trende girme fikri ağır basıyor bu yıl. 🙂
Çok keyifli bir yazı. Zevkle okudum, dikkate alacağım çok şey var. 🙂
Belki de o kadar uzun süre yolda olmak ve yazmak yerine, başkalarının yolda olmasını sağlayarak yazdırmak için el verme zamanın gelmiştir.
Tek başına taşıyabileceğinden ağır bir yükün altına girmişsindir belki de farkına varmadan.
Belki de değil…
Evet, zamanı geldi Burcu. 2015 senesi bunun üzerinde çalışıyor olacağım. Hatta Aralık ayında bir şeyler ortaya çıkabilir. 😉
Ne güzel bir yazı, içe dönüş, düşünceler. Ben de çok severim tren yolculuklarını. Genellikle İzmir-Eskişehir arası kullanırım. Düşünmeye, okumaya teknolojiden uzak (prizler olmadığından ki mavi trende yok), kendimizi dinlemeye, hedeflerimiz, yaptıklarımız, gittiğimiz yerler… Ürettikleriniz, deneyimleriniz çok güzel ki bence sandığınız kadar da az üretmiyorsunuz. Her zaman yollarda olmanız dileğiyle.