Gunung Mulu Ulusal Parkı (Gunung Mulu National Park, Malezya), Malezya‘nın Borneo Adası üzerinde yer alan Sarawak Eyaletinde bulunan olağanüstü güzellikte bir milli park. UNESCO Dünya Mirası Listesindeki milli park, dünya üzerinde en zengin biyoçeşitliliğe ve ilginç mağaralara sahip nadide yerlerden biri.
Borneo Adasının kalbinde yer alan Mulu Dağı eteklerinden binlerce yıldır denize doğru süzülen su akışı, kaya içinde kendisine yol yaratmış. Kalkerden oluşan dağın kayalarını eriterek, gezegen yüzeyinin altında yer yüzeyine paralel derin boğazlar, karmaşık ağlar ile birbirine bağlı geniş, inanılmaz mağaralar ile dolu bambaşka bir dünya yaratmış.
Borneo, dünyanın üçüncü en büyük adası. Bu park bölgesinde uzunluklarının toplamı 350 kilometreyi bulan birbirlerine mağaralar bulunuyor. Bu mağara zincirlerinin bazıları, yeryüzünde sadece burada yaşayan yarasalara, kuşlara, sürüngenlere, balıklara ve böceklere ev sahipliği yapıyor.
Dünya yer yüzeyinin sadece %2’sini kaplayan yağmur ormanlarının bir bölümü Borneo Adasında bulunuyor. Bu küçücük dilim, dünyadaki tüm canlı hayatının %50’sine ev sahipliği yapıyor. Bu yağmur ormanlarının 1 hektarlık alanında 480 ağaç türü bulunurken, tek bir çalılık alanında bile İngiltere adasındakinden daha çok çeşitlilikte karınca türü bulunuyor.
Gunung Mulu Ulusal Parkı, Borneo Sarawak Eyaletinin göz bebeği. En az beş milyon yaşında olduğu tahmin edilen parktaki dağların yükselen zirveleri ve yoğun ormanı ile zamana meydan okuyor gibi görünüyor.
Gunung Mulu Ulusal Parkı
Gunung Mulu Ulusal Parkı, Doğu Malezya’daki Sarawak eyaletinde bulunan olağanüstü doğal güzelliğe sahip. Sarawak’ın bu bölgesi, Malezya’nın son göçebe kabilelerinden bazılarının yanı sıra çok çeşitli vahşi yaşam, bitki ve çiçek türlerine de ev sahipliği yapıyor.
Deniz seviyesinden 50 metre yüksekteki Mulu Dağı çevresinde, 52 bin hektarlık Ekvatoral yağmur ormanları ile kaplı bir alana yayılıyor. Yüksekliği 2 bin 377 metreye ulaşan Mulu Dağı ve deniz seviyesi, buna bağlı iklim farklılığı yaratıyor.
Park ofisi seviyesinde hava sıcaklığı 19-34 derece arasında seyrederken, Mulu Dağı çevresindeki sıcaklık ise 10 derecenin altında, maksimum 20 dereceyi olarak seyrediyor. Bu iklim farklılıkları altında, alüvyonlu, kum ve kireçtaşından oluşan toprağın 40 milyon yılda aşınmasıyla oluşmuş mağaralar ve verimli topraklar yine çok çeşitli canlı hayatını da birlikte getirmiş.
Nemli ve sıcak hava binlerce türlü Fern’in (Eğrelti otu) yetişmesine, çiçekli bitkilere, yosunlara ve bunların içerisinde yaşayan inanılmaz çeşitlikte canlı hayatına imkan sağlıyor. 170 çeşit yabani orkide türü içerisinde, ayrıca terlik orkide olarak bilinen, kendisini ziyaret eden böcekleri avlayıp sindiren orkide türü de yine bu park içerisinde bulunuyor.
27 çeşit yarasa türü, uzun kuyruklu makak maymunu, sakallı domuz, gibbon, sincap, köpek gibi havlayan cüce geyikler, sadece Güney Asya’da yaşayan güneş ayısı gibi çok çeşitlilikte türlere ev sahipliği yapıyor. 1977–1978 yılları arasında 100’den fazla bilim adamı bu bölgede 15 ayı aşkın araştırmalarda bulunmuş.
Mulu Parkının ne kadar farklı ve dikkate değer bir yer olduğu buradan da kolayca anlaşılıyor. Tüm bu canlı hayatının çeşitliliği milyonlarca yıl önce Borneo’nun bu bölümü hala sular altındayken şekillenmeye başlamış. Kum ve kalkerden oluşan yapı zamanla sularla eriyerek, yüzey alanının derininde karadan kopmuş ve kıtalar hareketiyle günümüzdeki yerine ulaşmış.
Kıta hareketleriyle yeryüzünün günümüzdeki hali oluşurken, Anadolu, İran, İspanya ile Batı Himalayaların içerisinde bulunduğu kara parçasının, Endonezya’nın Sumatra Adası, Malezya ve Borneo ile aynı kara parçası üzerinde olduğunu parkın ana ofisindeki bilgilendirme müzesinde öğrenmiş oldum. Düşünün bir kere, dünyanın diğer ucundaki bu inanılmaz ada ile bir zamanlar Anadolu’nun komşuymuşuz!
Şiddetli yağmurlar ve güçlü nehirler karayı erozyona uğratarak şekillendirerek The Pinnacles gibi ilginç kaya parçalarını, çok çeşitli kum ve toprak oluşumlarını ve bundan beslenerek oluşan bitki çeşitlerini yaratmış. Bölgedeki su miktarı da karanın yüksekliğine göre çeşitlilik gösteriyor. Deniz seviyesinden 30 metre yüksekliğindeki yağmur miktarıyla 1600 metrelerdeki Mulu dağı eteklerindeki yağmur miktarı arasında bile çok fark var.
Bu farklılıklar çeşitli bitki ve canlı hayatını da beraberinde getirmiş. Tabi böylesine zengin canlı yaşamının olduğu bir yer, zamanla çok sayıda kabileye de yurt olmuş. Bu yağmur ormanlarında kuzeyinde Lun Bawang, Murut and Iban kabileleri, güneydoğusunda ise Berawan ve bazı göçebe Penan’lar binlerce yıldır yaşamış.
Geyik Mağarası dünyanın en büyük ikinci mağara geçidine sahipken, Mulu’daki Clearwater Mağara Sistemi dünyanın en uzun sekizinci mağarası. İşte tüm bu zenginliklerinden dolayı 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş.
Sarawak’taki Miri şehrinden Mulu Ulusal Parkına gitmek için Mulu’ya uçtuk. Uçağa bindiğimizde saat nerdeyse 10 olmuştu. Uçağa yaklaşık bir saat rötarla ancak geçebildik. Fransız-İtalyan ortak yapımı, 78 yolcu kapasiteli ATR 72-500 uçağı çift motorlu ve onu diğer uçaklardan ayıran özelliği ise çift motorunun pervaneli oluşuydu.
Mulu’ya yaklaştığımızda uçağımızın penceresinden görünen Mulu National Park ve çevresinin manzarası aklıma Amazon ormanlarını getirdi. Orada hiç bulunmamıştım, ancak belgesellerde gördüğüm görüntünün aynısıydı.
Yeryüzünü çarşaf gibi kaplayan sık yağmur ormanlarının arasında kıvrıla kıvrıla ilerleyen nehir ve onun üzerinde bembeyaz, parıldayan bulutlar ve masmavi gökyüzü. İlk geldiğim günden farkındayım ki Ekvator çizgisine yakın olmaktan mıdır bilmem, Borneo’da gökyüzü bir bir başka güzel.
Uçağın yükselmesinden bir 10 dakika sonra hemen alçalmaya başladı. 35 dakika sonra ise biz Mulu Havalimanından dışarı çıkıyorduk. Hayatımdaki en kısa uçuşu yapmıştım. Dışarı çıkmamla muazzam güzellikte bir manzara ile karşılaşmam bir oldu.
Sanırım Mulu Havalimanı, dünyadaki en güzel manzaraya sahip havalimanlarından biri olsa gerek. Havalimanının birkaç metre ötesinden başlayan cangıl ve onun içerisinde sis ve bulutlar arasında kaybolmuş muhteşem, gizemli görünümlü dağlar.
Havalimanından Mulu National Park girişine servis yapan jeeplerden birine RM5 ödeyip, yol üzerinde kalacağımız yer olan Robert’s Homestay’de indik, hani 1 km ötesi yani. Homestay’in sahibi Robert, Mulu National Parkında yıllarca portör 8taşıyıcı), sonrasında ise kılavuz olarak çalışmış ve şimdi ise güvenlik şefi olarak görevini sürdürüyor.
Eşi ve oğlu ile birlikte yaşadığı bu 3 odalı evin 2 odasını homestay olarak işletiyor. Büyükçe bir salonu, salonun ortasında ise projeksiyon cihazı, perdesi ve buna bağlı kocaman hoparlörler var. Evin arka bahçesinde kurulu olan jeneratörden ihtiyaç duyulan elektrik sağlanıyor. Evde klima yok ve çok sıcak, ancak kiraladığımız odada bir tane ayaklı vantilatör vardı.
Mulu National Park Aktiviteleri
Odamıza yerleştikten sonra, Mulu National Park Headquarters ofisine 15 dakikalık bir yürüyüşle geçtik. Öncesinde park girişindeki, Melinau Nehri üzerine kurulu asma köprüden geçiyorsunuz. Park, UNESCO Dünya Mirası listesinde ve oldukça profesyonelce tasarlanmış.
HQ ofisinin girişinde Mulu Parkının dikkat çeken yerlerinin, 3 metre büyüklüğünde harika fotoğrafları asılmış. Ekvator çizgisinin sadece 4 derece kuzeyinde bulunan parkta görülecek o kadar çok yer var ki! Fotoğrafları ve afişleri görünce heyecanlandık doğrusu.
Ofis içerisinde yapabileceğiniz her bir aktivite ile ilgili detaylı bilgiler anlatan broşürleri alıp incelemeye başladık. Mulu National Parkı HQ ofisinin içerisinde, mağaraların nasıl oluştuklarını anlatan müze şeklinde bir bölüm bulunuyor. Burada park hakkında elde edebileceğiniz bilgiler yanında, orman, bitki ve ağaçlarla, ormandaki eşsiz canlı hayatı hakkında bilgilendiren fotoğraflar ve tanıtıcı yazılar bulunuyor.
Gunung Mulu Ulusal Parkı’nı ziyaret etmek için en iyi zaman en kurak aylar olan Temmuz’dan Eylül’e kadar olan zaman. Yağmur ormanı olduğu için Mulu geziniz sırasında yağmur görme ihtimali yüksek. Mulu, konumu nedeniyle tüm yıl boyunca oldukça tutarlı sıcaklıklara sahip. Ancak daha yüksek sıcaklıklar aktiviteleri daha yorucu bir hale getirdiğini unutmamak gerek.
Gnung Mulu National Park HQ ofisinde çalışan yetkililerin de yardımıyla park ve yapabileceğimiz aktiviteler hakkında detaylı bilgiler edinip bu bilgilere göre planlamalarımızı yaptık. Öğleden sonra Paku Waterfall’a ziyaret ile başlayıp, yarın ise Caves Adventure turuna katılacağız. Bu aktivitede, dünyanın en büyük mağarası olarak geçen Deer Cave’in (Geyik Mağarası) içerisinden 3 saat yürüyerek geçip, sonra da orman içerisinden yürüyüp Eden’s Garden’a olarak adlandırılan şelalelere varacağız.
Dönüşte yine Deer Cave Mağarası’nın içinden geçip, bunun hemen yanında bulunan diğer bir mağara olan Lang Cave’i ziyaret edeceğiz. Deer Cave’in girişine yakın kurulmuş oan Bats Observatory’de (Yarasaları izleme) dinlenip, akşam saatine doğru binler ve belki milyonlarca yarasanın beslenmek için mağaradan çıkışlarına şahit olacağız. Geçmişte belgesellerde görüp de aklıma girmiş olan bu yarasa uçuşları en çok görmek istediklerim listesinde bulunuyor.
Buradaki üçüncü günümüzde ise Api dağının zirvesindeki vadide bulunan, gökyüzüne doğru dik bir şekilde yükselen, The Pinnacles olarak adlandırılan ilginç kaya oluşumlarını görmeye gideceğiz. Bunun için önce tekneyle Melinau Nehri üzerinden yolculuk yapıp önce Panan Kabilesi‘nin köyünü ziyaret ettikten sonra, yine tekneyle nehir boyunca devam edip önce Winds Mağarası, daha sonra da Clear Water Mağarası’nı ziyarete geçeceğiz.
Teknemizle yolculuğumuza devam edip The Pinnacles Base Kamp alanının 8 km gerisinde bottan inip, jungle içerisinden bu 8 kmlik trekking patikasını yürüyüp kamp alanına ulaşacağız. Kamp alanımızda bir gece konaklayışımızın ertesi sabahı erkenden, Api Dağının zirvesine zorlu bir tırmanış gerçekleştirip, The Pinnacles’ı ziyaret ettikten sonra kamp alanına gelip bir gece daha konaklayacağız.
Kamp alanına varışımızın üçüncü günü sabahı geldiğimiz yoldan geri döneceğiz. Toplam 24 km’den fazla bir yürüyüş ve tırmanma yolu bizi bekliyor olacak. Anlatması bile yorucu. Deer Cave ile Eden’s Garden’i yürüyüşüne katılım ücreti RM105 (62 TL). Mağara içerisine olan tüm yürüyüşlerde kılavuzla gidilme zorunluluğu var ve ücretli.
Panang Köyü, Winds ve Clear Water Mağaraları ile The Pinnecals Trekking ücreti ise RM345 (205 TL). Bunların dışında park içerisinde yapılabilecek çok sayıda diğer aktiviteler de var. Günlük Park giriş ücreti ise RM10. ISIC öğrenci kartım olduğundan, park girişine yarı fiyat ödedim. Parka 3 defa giriş yapacağız. Parka girişimizde kimse bilet kontrolü yapmamıştı.
Park HQ ofisinin hemen yanında güzel bir restoran var. Fiyatlar tabi diğer yerlere göre 2 katı yüksek. Öğle yemeğimizi burada aldıktan sonra kaldığımız homestaye geri döndük. Robert’ın eşi çok çalışkan ve hamarat. Her gördüğümde bir şeylerle uğraşıyor ve yüzünden de gülümseme eksik olmuyor.
Asya’da uzun süre seyahat ettiğinizde, bu gülümseyen yüzlere öyle alışacaksınız ki gittiğiniz yerlerde bu gülümsemeyi yüzlerinde görmediğiniz insanların neredeyse kaba olduklarını bile düşünmeye başlayacaksınız.
Day 416: Borneo:4. Mulu, 24 Eylül 2011
Mulu Ulusal Parkı Gezilecek Yerler
1. Deer Mağarası
Deer Cave olarak adlandırılan Geyik Mağarası, birkaç açıdan dünyanın en büyük mağarası. 148 metre yüksekliği, 142 metre genişliğiyle dünyanın en geniş giriş ağzına sahip olan mağarası olan Deer Cave, aynı zamanda dünyanın en yüksek ve en büyük geçiş odasına da sahip (Vietnam’daki Hang Son Doong mağarası keşfedilinceye kadar).,
Borneo Adası’nın Sarawak Eyaletinde, Mulu National Park içerisinde yer alan mağaranın ana odası (chamber) 174 metre genişliğe, 122 metre de yüksekliğe ulaşıyor. 2 kilometreden fazla olan uzunluğa ve 90 metreyi bulan genişliğe sahip. 12 çeşit yarasa türüne ev sahipliği yapmasıyla da dünyada eşsiz.
Geyiklerin su içmeye ve sığınmaya geldikleri bu mağaraya Penan and Berawan insanları Geyik Mağarası adını vermiş. Deer Cave’de 2,5-3 milyon olduğu tahmin edilen buruşuk dudaklı yarasalar dışında, çok sayıda sürüngen, yılan, akrep ve böcek türü yaşıyor. Guguk gergedanı, sakallı domuz, güneş ayısı ve gibbonlar yine mağarayı ziyaret eden diğer hayvanlardan bazıları.
Sabah 9:15 de yürüyüşümüze ahşap yolda yürüyerek başladık. 40 dakikalık bir yürüyüş sonrasında yarasaların akşam saatinde beslenmek için mağaradan dışarı çıkışlarını izlemek için yapılmış cafe tarzındaki yerde kısa bir mola verdikten sonra mağara içerisine doğru yürümeye başladık. Bu noktadan mağara içerisine 5 dakikalık bir yürüyüşle ulaşabiliyorsunuz.
Deer Mağarasının hemen sağında birkaç dakikalık yürüyüş mesafesinde Langs Mağarası’nın girişi bulunuyor. Deer Cave’in girişine varmadan burnunuzu sızlatan ama sonradan alışacağınız yarası dışkısı kokusu ile karşılaşıyorsunuz.
Mağaranın ana girişine varmadan önce dik, yatık, faklı oluşumlarda kayaların, sarkıtların altından geçip varıyorsunuz. Kılavuzumuz önde, arkasında 8 kişi olarak mağaraya giriş yaptık. Böylesi mağara ziyaretlerinde alın lambası şart, kılavuzdan ödünç aldığım alın lambasını yaktıktan sonra içerideki yürüyüşümüze devam ettik.
Mağaranın ortasına giden yollar parmaklıklarla çevrili ve loş bir şekilde aydınlatılmış. Yürüyüş yolu yer yer demir, çoğunlukla da betondan yapılmış. Dileyen ziyaretçiler sadece bu alana kadar gelip mağarayı ziyaret edebilirler.
Bizim seçtiğimiz ise Adventure Cave olarak adlandırılan, mağara içerisinden 2 km yürüyerek diğer çıkışında çıkıp, ormanın içerisinden yürüyüşe devam edip Eden’s Garden olarak adlandırılan şelalelerin olduğu yere varıp orda öğlen molasını vermek olduğundan yolumuz devam ettik.
Düzgün ve aydınlatılmış beton yoldan sapıp, kayaların üzerinde yürümeye başladık. Mağaranın içerisinden akmakta olan nehir kenarından, zaman zaman da neredeyse belimize kadar gelen nehrin içerisinden yürüdük.
Bu mağaranın tavanından aşağıya doğru akan 2 tane ilginç su akıntısı var. Her ikisi de öyle bir şekil oluşturmuş ki gördüğünüzde doğal olduğuna inanmakta zorlanırsınız; sanki kocaman bir fıskiye başı gibi duruyor.
Her bir deliğinden 30 metre aşağıya doğru ip şeklinde damlalar süzülerek ilginç bir duş görünümü oluşturduğundan Adam and Eve’s Showers (Adem ve Hava Duşu) olarak adlandırılmış. Diğeri ise Eden’s Shower olarak adlandırılıyor.
Yürüyüş yolunun bazı bölümlerinden kayalara tırmanmak, daracık aralarından sürünerek geçmek, kayalardan kayalara zıplamak zorunda kalıyorsunuz. Dolayısı ile hem biraz deneyim, hem kondisyon hem de iyi bir ayakkabı şart.
Yol arkadaşım Farid bir tırmanma yerinden öyle bir düştü ki az daha bacağını ve kaburgalarını kırıyordu. Düşerken hem ayağı kayaya sıkıştı hem de sağ yanı üzerine çantasının üzerine düştü. Neyse ki morarma ve kanama dışında sıkıntı yaratmadı ve yürüyüşe devam edebildi.
3 saate yakın bu, karanlık mağara yürüyüşünden sonra, mağaranın çıkışına yaklaştığımızda bu ağzından gelen ışık gözleri kamaştırıyordu. Mağara içerisinden 2 kmlik yürüyüşü tamamlayıp, kuzey çıkışından çıkıp, orman içerisinden yürümeye devam ettik. Bu trekkingde, mağaranın da içerisinden geçen nehrin üzerinden 3-4 defa geçtik.
Yarım saat sonra muhteşem bir güzellik bizi bekliyordu. Çok derin ve dik bir vadide, saklı bir yer gibi olan Eden’s Garden’e varmıştık. Çok güçlü akan 2 büyük şelale, şelalenin birinin hemen önünde derince ve soğuk bir havuz ve etraf tamamen yüksek ağaçlarla kaplı.
Eden’s Garden deki 2 saate yakın dinlenme sonrasında önce orman içerisinden geldiğimiz yoldan geçip Deer Cave vardık yine. Bu son yürüyüş birincisinden daha zorlu ve riskliydi. Çoğu yerde kayaların üzerinde o kadar çok yarasa dışkısı vardı ki bunların üzerinde kayalara tutunarak yürümek zorunda kalıyorduk.
Kristalize kahve benzeri dışkılar ise dizlerimizde, ellerimizdeydiler. Yerlerdeki bu dışkı mağaranın köşelerinde kahverengi yığınlar oluşturmuş. Bu dışkı yığınlarının içerisinde yine milyonlarca böcek ve sinek yaşıyor.
Başımızın üzerindeki mağaranın tavanına asılı milyonlarca yarasanın çıkardığı tiz sesler uzaktan gelen kuş cıvıltısına benziyor, ama desibel olarak oldukça güçlü. 2 kmlik zorlu yürüyüşümüzü tamamlayıp ana giriş kapısından çıktık. Ana giriş kapısından çıkmadan önce içeriden dışarıya doğru baktığınızda kayaların oluşturduğu Abraham Lincoln siluetini görebilirsiniz.
Biz Deer Cave’in ana giriş ağzına doğru çıkış için yürürken, onlarca turist grubu da mağarayı ziyarete gelmişlerdi. Birkaç saate kadar bu gezginlerin hepsi yarasaların akşam beslenme saatinde, mağaradan dışarıya çıkışlarını izlemek için kurulmuş alanda toplanacaklardı.
Çoğunluğu Çinli ve Japon turistlerden oluştuğunda oldukça da gürültülüydüler. Der Cave’den çıkışta, soldaki patikaya sapıp birkaç dakika yürüdüğünüzde Langs Mağarası‘na varıyorsunuz.
2. Eden’s Garden
Kelebekler, kuşlar etrafımızda uçuşuyor. Zorlu ve kasvetli bir mağara yürüyüşünden sonra, orman içerisinden buraya varıncaya kadar epey yorulmuş, acıkmış ve terlemiştik. Artık serinleme, dinlenme ve öğlen yemeği molası zamanıydı.
Hemen su şişemi alıp şelaleden akan taze suyla doldurdum, kana kana içtim. İçimi hafif ve soğuk bir su, sonrasında şelale kayaları üzerinde yürüyüp başımı o soğuk suyun içerisine soktum. Devamında ise diğer şelalenin oluşturduğu derin havuza attım kendimi, soğuk, çok soğuktu. Öğlen yemeği olarak verilen, Nasi goreng (pirinç pilavı kızartması) ve tavuk ile karpuzdan oluşan yemek sonrası her birimiz kendimize düz bir kaya bulup yayıldık.
Hani başka yerlerde sinekler rahat bırakmaz sizi, burada ise kelebekler. Hayatımda daha önce insana bu kadar yakın kelebekler görmemiştim hani. Özellikle ıslanan ayakkabılarımıza ve kuruması için kayalardaki güneşe serdiğimiz çoraplarımıza meraklıydılar.
3. Langs Mağarası
Langs Mağarası, 1977’de Berawan kabilesinden Lang Belarak adında biri tarafından keşfedildiğinden bu ad verilmiş. 240 metre uzunluğundaki mağaranın hemen girişinden itibaren güzellikler sizi karşılıyor. Deer Cave göre gezmesi çok kolay ve güzel aydınlatılmış bir mağara olan Langs Cave, göz alıcı güzellikte sarkıt ve dikitlerden oluşmuş tam bir görsel şölen sunuyor.
Sanatçının elinden çıkmışçasına, derin ve yaratıcı kıvrımlara ve yapılara sahip, öyle ki gözlerimi ayırmakta ve mağaradan çıkmakta zorlandım. Mağara içerisinde yarasa ve yılan dışında, mağara karidesleri ve ışıkla parıldayan fosforlu görünümlü iplik larvaları yaşıyor. Çok çok güzel bir mağara, bir sanat galerisi gibi.
Langs Mağarasından çıktıktan sonra cafede mola verip hem dinlenip hem de kahvelerimizi içtik. Zaman geçtikte Bats Observatory olarak adlandırılan yarasaların akşam beslenme saati için mağaradan dışarı çıkmalarını izleme alanı dolup taşmaya başladı. Avustralya’dan gelen 60’a yakın öğrenci grubu vardı.
Bu bölgede biyoloji alanında çalışıyorlarmış, okul gezisi anlayacağınız. Avustralyalıların yanında çok sayıda orta yaş üstü Çinli ve Japon turist grubu da bulunuyordu. O kadar gürültücüler ki yanınızdaki arkadaşınızı duymak bile bazen güçleşiyordu.
4. Bats Observatory
Mulu National Park HQ’dan 45 dakikalık bir yürüyüşle yarasa izleme noktasına gelip yerimizi aldık. Çok geçmeden yüzlerce kişi heyecanla yarasaların dışarı çıkmasını (The Bat Exodus) bekliyorduk. İzlemeye gelen çok sayıda kişi kocaman kameralar ve objektiflerin bağlı olduğu tripodlarını kurmuş, anı görüntülemeye çoktan hazırlanmışlardı.
Çok geçmeden kalabalıktan yükselen heyecan ve şaşırma sesleriyle birlikte başımı yukarıya kaldırdığımda, ilk yarasa grubunun gökyüzünde yılan gibi süzüldüğünü görme anı benim için unutulmazdı. Güneş ufuk çizgisine yaklaşıp gün batarken, binlerce, belki de milyonlarca yarasa öbek öbek gökyüzünde süzülmeye başladı.
Mağara ana girişinden, diğer başka küçük mağara çıkışlarından siyah karaltılar halinde, kuş cıvıltısını andıran sesleriyle gökyüzünde dalgalanarak uçup gözden kayboluyorlardı. Bir grup gidiyor, onu birkaç saniye veya birkaç dakika ile diğer bir grup takip ediyordu.
Gökyüzünde oluşturdukları şekiller, kıvrımlar ve dalgalanmaları görüp de heyecanlanmamak mümkün değil. Hem ana park ofisinde hem de bu kafeteryadaki LCD ekrandan canlı olarak yarasaların mağara ağzından çıkışlarını gösteren canlı yayın var. Ayrıca Park ofisindeki LCD’den, mağara içerisine yerleştirilmiş birkaç infrared kameradan, yarasaların içerideki yaşamını canlı izleyebiliyorsunuz.
Yarasa izleme noktasında 1 saat kadar oturup çok sayıda fotoğraf ve video çektik. Biz oradan ayrıldığımızda hala öbekler halinde mağaradan çıkışlarını sürdürüyorlardı. Onlar için artık beslenme saatiydi, orman içerisine yayılıp karınlarını bir güzel doyuruyorlar. Her bir yarasa bu beslenme saatinde 5 ile 10 gram arasında böcek avlıyor. Bu eşsiz ekosistem sayılamayacak kadar çok böcek ve onların avcıları için inanılmaz bir ortam.
5. Penan Kabilesi
Batu Bungan Köyü, Penan Kabilesi yerleşim yeri. Mulu Parkı kuytu ormanları içinden uzayan Melinau Nehri üzerinde uzun teknlelerle yarım saat süren bir yolculuk sonrası ziyaret ettiğimiz bir köy Binlerce yıldır bu bölgede yaşayan Penan klübelerinin tümü ahşaptan yapılma ve su baskınlarına karşı korunmak için direkler üzerine kurulmuş. Longhouse olarak adlandırılan bu evlerden Sarawak’ta 4 bin 5 yüzden fazla bulunuyor.
Sarawak’ta 27 farklı etnik grup bulunuyor. Her etnik grubun kendisine özel diller ve kültürleri var. En kalabalık etnik grup ise geçmişte kafatası avcılığıyla korku salan Ibanlar. Geçmişleri 3 bin yıl öncesine kadar dayanan, Borneo’da yaşayan yerli halkların tümü Dayak İnsanları olarak adlandırılıyor.
Gezmeye başladığımız Penan Köyü içerisinde kurulmuş küçük pazarda, yerel halkın el üretimi heykeller, kolyeler, hasırlar ve biblolar satılıyor. Pazarın bulunduğu yerin hemen yanında ise üzerinde Penan Köyü ve insanlarının dil, tarih ve kültürlerini tanıtan büyük panolar bulunuyor.
Köyden ayrılıp tekrar teknelerimize doluşup yola çıktık. Dere kenarında çamaşırlarını yıkayan, banyo yapan kızlar ve kadınlar var. Melinau Nehri boyunca devam ederek, sonraki durağımız olan Winds ve Clear Water Mağaraları ziyareti için iskeleye yanaştık. Hem Wind ve Clearwater mağaralarına yalnızca uzun tekne ile erişilebiliyor.
6. Winds Cave
Winds Cave (Rüzgar Mağarası), mağara içerisinde belli noktalarda güçlü bir rüzgar esintisi olmasından bu adı almış. Mağara içerisinde 350 metrelik yürüyüş yolunu yürüyerek mağarayı inceleyebiliyorsunuz. İçerisinde ilginç sarkıt ve dikitler ile kireç taşı oluşumlarını görebilirsiniz. Öyle ki mağaranın hemen girişine yakın olan kayalardan birinin uzunluğu 1 bir cm kadar olan binlerce çıkıntısı mağaranın girişinden gelen ışığa doğru uzamıştı.
Winds Mağarasından çıktıktan sonra çakılı kazıklar üzerine kurulmuş, 50 metre altınızda yeşil renkte akan Melinau Nehrinin manzarası eşliğinde, 500 metrelik ahşap bir yolu yürüyerek Clear Water Mağarasına ulaştık.
7. Clear Water Mağarası
Clear Water Mağarası, keşfedilen 215 km’lik uzunluğuyla olan Asya’nın en uzun mağarası. Mağarada gördüğümüz nehir, önce yerin altından akarak 170 km yer mesafe kat edip gelen gürül gürül bir yeraltı nehri. Mağaranın keşfedilmiş bölümünün bir kısmı tekneyle gezilebiliyor.
8. The Pinnacles
The Pinnacles, Mulu Ulusal Parkı içerisinde yer alan muhteşem jeolojik kaya formasyonları. Ormanlık alanın içerisinden gökyüzüne doğru yükselen bu keskin kayalık taş ormanın bir benzeri de Madagascar Adasında yer alıyor. Yumuşak kireçtaşının binlerce yıl boyunca aşınıp yok olmasıyla oluşmuş bu sert karstik oluşumları görmek için 3 gün süren zorlu bir tura hazır olmak gerekiyor.
Yürüyüşün ilk yarım saatini neredeyse düz sayılabilecek orman içerisinde yapıyorsunuz, ancak sonrasında neredeyse 45 derecelik açıda kendinizi kan ter içerisinde, ağaç gövdelerine ve köklerine tutunarak tırmanmaya çalışırken buluyorsunuz. Jilet keskinliğinde kireçtaşı kayalara giden trekking rotası yorucu ve biraz da tehlikeli. Öyle ki milli park bazen Malezya Ordusu tarafından eğitim amacıyla kullanılıyor.
9. Paku Şelalesi
Gunung Mulu Ulusal Park’a vardığımız ilk günün akşamı, biraz dinlendikten sonra Paku Şelalesine doğru yola çıktık. Park girişindeki güvenlik görevlisi ofisinde bulunan tahtaya ismimizi yazarak Paku Şelalesine yürüyüşe başladık. Yürüyüş yolunun yarısı jungle içerisine kurulmuş yüksekçe ahşap yoldan oluşuyor.
Bu yol aynı zamanda Geyik ve Lang Mağarası, yarasa izleme, Eden’s Garden ve Canopy Walk aktivitesine de sizi götürüyor. Ahşap yolda yaklaşık 1,3 km yürüdükten sonra sola, orman içerisine sapıp, orada yarım saat yürüdükten sonra şelaleye ulaştık.
Nehrin sol yanında yürüdüğümüz jungle var iken nehrin hemen sonrasında dimdik yükselen, üzerinde sarkıtların olduğu bir yamaç bulunuyor. Bu yamaçtaki kayalardan aşağı doğru süzülen sular Paku Şelalesi oluşturuyor. Sadece şelalenin çıkış noktasından değil kayanın bir çok yerinden yamaçtan aşağı süzülen görebiliyorsunuz.
Binlerce yıldır kayaların üzerinden akıp nehre karışan sular, aktığı kayaların üzerinde tarak izleri gibi ince kanallar oluşturmuş. Yoldayken yanıma aldığım içme suyunu bitirmiştim. Çok susamış olduğumdan, dağlardan akıp gelen suyu kana kan içtim, leziz ve yumuşak içimliydi. Kendimizi bu dağlardan gelen soğuk ve leziz suyun altına bırakıp Mulu’daki ilk günümüzü değerlendirmiş olduk.
Day 417: Borneo:5 Mulu, Borneo 25 Eylül 2011