Dünyayı keşfe çıkan her bilinçli gezginin yaşadığı bir ikilemi var. En azından ben bir noktada bu ikilemi yaşıyorum. Ahlaki veya etik gözle baktığımda, bazen bir şeyleri yapıp yapmamakta kararsız kaldığım anlar sık oluyor.
Belgesel programlarında büyük bir heyecanla izlediğimiz coğrafyaları veya bir dergide inanılmaz güzellikte fotoğraflarla süslenmiş bir gezi yazısında okuduğumuz yerleri görmeyi çok arzuladığınız olmuştur değil mi?
Gün gelir de bir gün, izlediğimiz o sahnelerin içerisinde yer alan şanslılardan olduğumuzda, o olağanüstü fotoğrafların ve görüntülerin arkasında kameraların görüntülemediği ve fotoğrafların sergilemediği çok trajik hikayelere ve yaşamlara şahit olabiliriz. Edindiğiniz bilgiler ise hiç de ekranda gördüklerimiz gibi olmayabiliyor.
Dünyanın ücra köşesindeki kameranıza gülümseyerek bakan bir kabile bireyinin, aslında hayvanat bahçesinde kafese kapatılmış orangutandan bir farkı olmadığı; kimlik kartı bile olmayan bu insanların karın tokluğuna yaşayan düşük maaşlı birer turizm işçisi olduğu gibi bilgiler mesela.
Tayland’ın kuzeyinde Chiang Mai şehrinde, turistler için kurulmuş Uzun Boyunlu Kabile Karen köyünü gezerken hissettiklerim bunlardı. Kültürel ve sosyal yaşantılarından uzak bir yere itilmiş kabile, kendi içerisinde bir doğal değişim yaşamayıp, dışarıdan gelen etkilerle özgün hayatlarından uzaklaştırılmışlardı.
İşte yapınca beni huzursuz edip ikilemde bırakan şeylerden biri buydu. Bu tür organizasyonlara katılmalı mı katılmamalı mı?
Turistseniz eğer sadece size gülümseyen bu yüzlerin fotoğrafını çeker geçersiniz. Bilgisayarınızda arşivleyeceğiniz, Facebook’ta eşe dosta göstereceğiniz çok güzel fotoğraflarınız olur. Oysa gezginseniz eğer kameranın gösterdiklerinden fazlasını merak eder ve öğrenmeye çabalarsınız ve bu noktada öğrendikleriniz sizi ikileme düşürmeye sebep olabilir.
Turizm sektörü günümüzde, dünya mirası ve kültürlerini metalaştırarak bir tür alış-veriş diyaloguna çevirmiş durumda.,
Kâr etmeye odaklanmış, doğaya ve insana saygı duymayan endüstrilerin yarattığı bu iş şekli, geçmiş ve bugün arasında bir kırılma yaratarak bu insanların kendi kültürüne yabancılaşmasına sebep oluyor.
Benzersiz Dünya kültür mirası olan gelenekleri ve hatta yaşamları birer değiş-tokuş değerine indirgenmiş. Bu değiş tokuşta, ben ve benim gibiler bu gibi acentelerden tur satın alıyor, acenteler de bu insanların konduğu turistler için inşa edilmiş yapay köyde bize sergiliyorlardı.
Kendi geleneklerinden dışarıya itilmiş kabile, söz sahibi kesimin kontrolünde kendilerine öngörülmüş bir düzene göre bir hayat sergilemek zorunda kalmışlardı. Söz konusu kesim turizm sektörü ve bunu besleyen de bizlerdik; keşfetmeye meraklı gezginler veya turistler.
Şu an bu sürecin ülkesel boyutta olanı Papua Yeni Gine, Myanmar ve Laos’ta yaşanıyor, diğer bir çok Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi…
Ülkeler veya topluluklar hazır olmadan, geçmişte müşterek bir sahiplenme ile gelenek haline gelmiş ve vücut bulmuş yaşamlara müdahale ediliyor, çok hızlı bir değişime uğratılıyor.
Buna neden olan ise biz meraklı seyahat etmeyi seven insanların yarattığı talepti. Turizm endüstrisi ise sadece müşterilerini memnun etmeye çalışıyordu.
Gelenekleri ile var olan topluluklar, gelenekleri ellerinden alındığında veya birer ticari meta haline dönüştürüldüğünde kendileri olmaktan uzaklaşıyorlar.
Kendilerine çok yabancı kültürler ile etkileşime geçen insanlar, geleceğe giden yolda geçmişlerinden kopuyorlardı. Kendisi olamayan topluluklar başkası da olamayacakları için, başkasına bağımlı hale dönüşüyordu.
Hangi gözle bakarsak bakalım, turizm endüstrisi vasıtasıyla bu ülkelerin ve halkların geleceğini değiştiriyoruz. Kültürlerin geleceğini, geçmişlerini kullanarak değiştiriyoruz.
Turizmin getirdiği bu değişimin topluluklara yenilik veya gelişim getirdiği ve ona bazı özellikler kazandırdığı da öne sürülebilir, ancak bu noktada yine de acaba bu toplulukların buna ihtiyacı var mı diye kendime soramadan da edemiyorum.
Sömürü, bir kaynağın kabul edilemez amaçlarla kullanılmasını anlatan bir terim. Eskiden ekonomik kaynaklar üzerine odaklı yapılan sömürgecilik günümüzde kültür ve yaşamlar üzerine yapılıyor. Yerli gelenekler, bu tarz sömürgecilikle birlikte yok olma tehlikesiyle yüz yüze kaldığı ortada.
Yok olan sadece bir topluluğun veya ülkenin değil insanlığın geleceği. Kaybolan her gelenek, her dil ve renk hepimizin kaybı. Gelenekçi biri olduğum hiç söylenemez, ancak geleneklerin kaybı bana üzüntü veriyor.
Bu dayatma ve etkileşimlerle, birbirine benzeşmeye başlayan kültürler çekiciliğini yitiriyor. En azından ben böyle düşünüyorum. Bu nedenle Avrupa’ya seyahat etmek bana pek de çekici ve öncelikli gelmiyor.
Bundan 10 yıl sonra Paris’e gidecek olursam karşımda bulacağım şehir eski Paris olacak. Aynı kiliseler, aynı köprüler, aynı yemek menüleri… Hayat Berlin’de, Londra’da da aynı şekilde işleyişini sürdürmeye devam edecek. Bundan 10 yıl önceki gibi 10 yıl sonra da…
Ama bir Myanmar bundan değil on, 1 yıl sonra bile bambaşka ülke olacak, bir Laos veya bir Afrika ülkesi dayatılan değişimlerden çok hızlı nasibini alacak.
Geçen yılki (2012) Suriye ile bundan 5 yıl sonraki Suriye arasında belki de hiç bir benzerlik kalmayacak.
Bunu abartmış olabilir miyim acaba? Bunun cevabını bu dediğim coğrafyalara farklı zamanlarda gidenler en iyi bilir!
Modern dünyada bugün neredeyse her şeyi parayla satın alabiliyoruz, eğer yeterince ödersek.
Evet ikilem bu, tüm bu değişimlerin sebebi olmak.
Gözlere bakınca hissettiğim bu.
Merhabalar,
Buraları gezip havasını solumak mümkün olmadı.Ama yazınızda paylaşmış olduğunuz duygu ve düşüncelerinize şiddetle katılıyorum. Güncel yaşamımda beni bu şekilde olumsuz etkileyen olaylar karşısında bireysel sorumluluklarımı yerine getirerek olayı protesto amaçlı irdeleyerek noktayı koyuyorum. Ama seyahat söz konusu olduğunda ciddi bir yaptırım gibi gelmiyor bireysel direniş.Hissettiklerimiz ne kadar insan olduğumuzun bir göstergesi bence.Duyarsız kalmadığınız ve sorgulayarak bize aktardığınız makaleniz, gitmeden görmeden burukta olsa resimlere objektifin arkasındaki benmişim duygusunu bana yaşattı.
Sonsuz Saygılarımla
Sevgi ile kalın
Bir bilgi temelinden alevlenen, samimi ve insani bir merakla çıkılan hiç bir seyahat talebi bu acımasız sonuçları doğurmayacaktır. Ruhuyla gezen hiç bir gezgin hiç bir coğrafyanın kötü bir kopyasıyla ilgilenmez de zaten. Yazdıklarınıza yürekten katılıyorum. Sizin gibi bakış açısına sahip bir gezginin rehberliğinde asıl görülmesi gerekeni hep göreceğimize inancım tamdır. Saygılar.
Dusuncelerinizin tamamina katiliyorum. Kenya’da safariye katilmistim, turda ziyaret ettigimiz Massai geleneksel kabile koyunde de ayni seyleri ben de hissettim. Turizmin, hizli globallesmenin orayi bile bu kadar etkilemesi beni cok dusundurdu gercekten.
Internetin de bunda cok etkisi buyuk. Eskiden insanlar, bu kadar birbirlerini, ulkeleri ve kulturleri tanima sansi bulamiyorlardi. Birbirlerini merak ederek, diyalog kurarak ilestim kuruyorlardi. İnternetin de faydalarina ragmen bu konuda etkileri cok olumsuz bence.
Ben de bunlari gozonunde bulundurarak gezilerimi mumkun oldugunca bundan en az etkilenen veya yakin gelecekte daha cok degisecek cografyalari secerek yapmayi dusunuyorum. Tipki sizin gibi, yoksa Avrupa’ya daha sonrada gitmek fazla bir seyi degitirmeyecek.
Selamlar.
Kemal bey, konuyla alakasız ama belki ilginizi çeker?
http://morminor.blogspot.com/search/label/Yolda%20olmak
Emre ve Melis ile Kuala Lumpur’da tanıştık. Öncesinde ise maille iletişim kuruyorduk ve yollarımız nihayet Malezya’da kesişti. Birlikte Mado’da baklava yedik hem 🙂
YoldaOlmak.Com’da onlara ait makaleleri görebilirsiniz. İlginiz için çok teşekkürker. Melis ve Emre’yi bilmeyenler ise mutlaka takip etsin. Çok şey öğrenecekelrine eminim.
https://yoldaolmak.com/melis-ve-emre-ile-yolda-olmak.html
https://yoldaolmak.com/tayland-ve-tay-kulturu-hakkinda.html
Tayland’da seks turizminin nesnesi olan genç kızlar neden bu haldeler diye sorgulamazken, emperyalizmin boyunduruğu altındaki dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde insanların karın tokluğuna çalıştığını, açlıktan öldüğünü, dinsel bağnazlık yüzünden köle gibi yaşayan kadınların sıkıntılarını bilirken yıllardan beri ambargo altında yaşayan Küba’nın vatandaşlarına sağladığı parasız sağlık, eğitim, barınma, beslenme desteğini görmezden gelip egemen ideolojinin gözlükleri ile bakarak o ülkeyi eleştiri merceği altına alanlar da bu dünyanın garip bir gerçeği. Oysa gezginden beklenen en azından dünyaya kendi gözlükleri ile bakmak değil, gidilen yerin gerçeklerine, özgünlüğüne vakıf olmaya gayret etmek değil midir? Görüleni değil, görülenin ardındakini anlama ve anlatma çabanızı değerli buluyorum.
Konu insan ve yaşam hakları olduğunda hangi ülkeye bakarsak bakalım elimizde kalır. Ne ekonomik kalkınmışlık ne de eğitim ve sağlık alanındaki ilerlemeler gelişmişliğin tek başına bir kriteri değil.
Karlılığa odaklanmış bir anlayış hayatımızı bu kadar çevrelemişken bizler sadece buna hizmet eden tüketici varlıklarız. Bu anlayışla her şey tüketilmelidir çünkü; sistemin sürdürülebilirliği tüketim üzerine kurulmuş.
Bu Pattaya’da bir kadın bedeni, Kamboçya’da fabrikada çalıştırılan bir çocuk, lüks bir plazada emeği ve bilgisi sömürülen bir profesyonel, üniversitede hayal gücü ve düşünme özgürlüğü kısıtlanmış bir bilim adamı olabilir.
Karlılık sağlamıyorsan sisteme zarar veriyorsundur. Tüketmediğinde zaten bu sistem çökeceği için tüm ekonomik yapı bunun üzerine inşa edilmiştir.
Evet, Dünyamızın gerçeği bu.
Gezginlerin de aslında bu sistemde diğer insanlardan çok bir farkı yok. Gezi, seyahat, gezgin, turist ve keşfetmek kavramları konusunda bile kafamız net değil. Biz gezmek ve tatil kavramını karıştırıyoruz, gezgin ve turist kavramı da öyle. Zaten gezmeyen bir toplumuz. 75 milyonluk ülkede ancak %5-6’mızın pasaportu var. Bunu da yurtdışında eşi dostu görmeye veya kısa süreli tatiller için kullanıyoruz.
Seyahat etmek diye bir kavram aslında bize yabancı. O yüzden biz sadece turistiz ve bu nedenle de gittiğimiz her yerde bir tüketici ve kültürleri dejenere eden kişilikleriz.
Görünenin ardı bizi çok ilgilendirmez bu halde, kısacık tatilde, zaten şehir karmaşasından kaçmışken kim gider derinlemesine kültürlerin gelmişini, anını ve geleceğini düşünür. Geride elimizde birkaç hatıradır sadece gittiğimiz yerler.
En iyisi mi dediğin gibi biz önyargılarımızı ve bildiklerimizi bir kenara bırakıp öylece görelim, belki o zaman farkındalığımız artar ve bize öğretilmiş/dayatılmış bilgi kirliliğinden arınmış oluruz.
Aynı rahatsızlığı ben de taşıyorum. Özellikle de üstün beyaz adam gibi fotoğraflarken bu eşitsizlikler dünyasında geriden gelenleri. Ama seyahat ve gördüklerimi kalıcılaştırmaktan da vazgeçemiyorum. Gerçekten zorlu bir ikilem((
Turizm gelişimi ve seyahat özgürlüğünün önündeki bir çok engel bireysel olarak bizim bilinçli davranmamız ve yaratacağımız farkındalıklarla çözülebilir. Ekonomik ve politik alanalrdaki sorunların çözülmesi; çevresel ve kültürel konularda bilinçlenmemiz gerekiyor.
Güçlü yabancı veya yerli tur operatörleri tarafından dayatılan ve benimsenilen kitle turizmi politikaları ülkemize verdiği zararı biliyoruz. Diğer yandan aynı şekilde biz de farklı ülkelerde benzer zararları verebileceğimizi anlamamız gerekiyor.
Çevreyi ve kültürleri tehdit etmeden bu sektörün gelişimi sağlanmalı. Bu noktada hepimize sorumluluk düşüyor.
Kemal, I don’t suppose you could have a go at giving me a summary of this article in English? It looks interesting but while Google Translate translates facts very well, it doesn’t translate opinion pieces very well. I’d really like to know exactly what you said. The ethics of travel is something that interests me personally. Please? 🙂
Yazılan her bir sözcüğün altına imzamı kalın puntolarla atabilirim. Bahsi geçen sektöre eleman yetiştiren (eğitimli köle) bir y.o. da eğitim görüyorum ve iş deneyimlerimde ve yaptığım stajda anbean anlattıklarınıza şahit oldum. Mide bulandırıcı düzeyde hizmet adı altında yapılan her şey.. Okulu bırakmayı düşünürken bu yazıyı okumak tetikleyici olabilir benim için 🙂
Turizm endüstrisinin diğer endüstrisiler gibi karlılığa odaklanması normaldir. Bugünkü sistemler içerinde çoğunlukla birincil amaç karlılıktır. Bir ilaç şirketi yönetim kurulu oturup da kansere ilaç geliştirelim, insanları bu ölümcül hastalıktan kurtarıp insanlığa görevimizi yapalım diye düşünmez. Enerji sektörü de bir araya gelip, yenilenebilir, sürdürülebilir, doğaya saygılı enerji kaynakları geliştirelim diye de düşünmez. Birincil sırada gündeme alınan şey yapılacak yatırımın geri dönüşümü ve karlılıktır. Biz sadece sonucunda karlılık olan şeylerden faydalanabiliyoruz.
Globalleşmenin getirdiği olumlu olumsuz değişim ve gelişmeler ayrı bir tartışma konusu olabilir, ancak turizm sektörü globalleşmenin hızlanmasında ve kültürlerin etkileşimi ve aynılaşmasında çok etkin ve hızlandırıcı bir gücü var. Bu noktada bir genelleme yaparak turizm sektörü suçlamak adil olmaz. Karlılık için yapılan kitlesel turizm faaliyetleri ile kültürlere, insanlara zarar veren uygulamaları yapan sektör şirketleri eleştirilebilir. Hükümet politikaları veya politikasızlıkları, kültür bakanlıkları, bunlara sessiz kalan sivil toplum örgütleri ve biz bireyler suçluyuz.
Burada turizm ilkeleri etiği konusunda firmalara düşen görev ve sorumluluklar var. Aynı şekilde biz gezmeyi seven gezginlerin de sorumlukları bir o kadar önemli.
Endüstrinin çevre ve kültürel miraslar üzerindeki olası olumsuz etkilerini minimize edecek politikalar geliştirilmelidir. Bu konuda zaten hali hazırda geliştirilmiş anlayış ve politikaların uygulanması veya yetkili kurum ve kişilerce denetlenmesi gerekiyor.
Standartları belirlemekte, kağıt üzerinde değerler belirlemede çok iyiyiz, ancak önemli olan bunları uygulayıp sürdürülebilir bir turizm politikası geliştirmektir.
Yoksa bu gidişle kaybolan veya aynılaşan kültürler turizm sektörünün de zarar görmesi anlamına geliyor. Hayatım boyunca yapmak veya görmek arzusuyla tutuştuğum bazı şeyleri şu an bir daha görmek veya yapmak istemiyorum. Geçmişte gitmekten heyecan duyduğumuz yerlere gitmememiz, oraların eski hali güzeldi dememiz budur işte.
Siz okulu bırakmayın tabi, görev ve sorumluluklarınızın bilinciyle sektörün gelişimine katkıda bulunacağınıza eminim.