Aborjinler, Avustralya’nın UNESCO Dünya Mirası Listesindeki Uluru bölgesindeki kızıl topraklarında 10,000 yıldan uzun süredir yaşıyorlar. Beyazların buraya ilk gelişleri 1872’lerde olmuş. Avustralya hükümeti 1985 yılında bu toprakları 99 yıllığına Uluru’nun yerlileri Pitjantjatjara Aborjinlerine geri vermiş.

Ulusal Parklar ve Yaban Hayatı Derneği ile birlikte yönetiliyor. Bu alabildiğine uzayan dümdüz kızıl topraklarda dünyanın en zehirli 10 yılanından 3’ü yaşıyor. Vahşi develer, kanguru, emu gibi hayvanlar dışında çok sayıda zehirli sürüngene ev sahipliği yapıyor.

Güneşin doğuşunu izlemek için saatimi 7’ye kurmuştum. Öncesinde uyandım ancak hava bulutlu olduğundan gün doğumunu görmek mümkün değildi. Eşyalarımızı toparlayıp küçücük Toyota Yaris’e sıkıştırıp hemen Uluru Sunset izleme otoparkına geçtik. Sabah erken saat olduğundan otoparkta çok az sayıda karavan ve ziyaretçi vardı. Kahvaltımızı otoparkta yaparken güneş de yavaş yavaş bulutların arkasından başını uzatıyordu, arada yine gizleniyordu.

Central Avustralya’nın sembolü olan bu koca çakıl taşı 318 metre yüksekliğe ve 8 km genişliğe sahip ve 2,5 km kadar yerin dibine kadar uzanıyor. Milyonlarca yıl öncesinde Avustralya’nın bu coğrafyası bir iç denizmiş. Uluru komşusu Kata Tjuta ile beraber yaklaşık 600 milyon yıllık zaman diliminde bu içdenizi çevreleyen dağların erozyon, rüzgâr ve yağmurlarla aşınıp denizi doldurması ve dolan bu içeriğin yüksek basınçta yoğurulup bir kısmının depremlerle tekrar yüzeye çıkması ile oluşmuş.

Malta

Uluru ve Kata Tjuta’nın dâhil olduğu ana kaya oluşumu yer altında 5 km kalınlığında ve 100 km genişliğinde olduğu tahmin ediliyor. Uluru, buraya ziyarete gelenlerin ilk önce ulaştığı 3000 nüfuslu turist kasabası Yulara’ya 21 km uzaklıkta bulunuyor.

Güneşin yükselmesiyle birlikte hava yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Yabani develerin, kanguruların, wallabylerin ve Aborjinlerin yaşadığı bu alabildiğine sonsuz görünümlü kırmızı çölde Uluru’nun etkileyici manzarasına karşı kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı sonrasında aracımıza atlayıp Uluru’nun hemen yanındaki otoparka geçip yürüyüş hazırlıklarımızı yaptık. Bu görkemli kayayı çevreleyen 9,4 km uzunluğundaki yürüyüş yolunu yürüyecektik.

Hızlı tempolu adımlarla yürüyüşümüze başladık. Yürüyüş boyunca birçok yerde durup inceldik, fotoğraf çektik, binlerce yıl önce burada yaşamış insanların izlerini takip ettik. Zaten kendisi çok ilginç bir yapıda olan bu kaya üzerinde yine çok farklı şekillerde oluşumlar vardı. Aborjinlerin binlerce yıl önce kaya üzerine yaptıkları duvar resimleri ve figürler birçok yerde görebilmeniz mümkün. Yürüyüş alanının hemen her yanında kutsal bir alanda gezdiğimizi ve fotoğraf çekmemizi belirten işaret levhaları vardı.

Aborjinler fotoğraf çekilmeyi sevmeyen bir topluluk, çünkü ruhlarını hapsettiğini düşünüyorlar. Kutsal mekânlarının da fotoğraflarının çekilmesine hiç de sıcak bakmıyorlar. Yürüyüş yolu tamamen düz bir alandan oluşuyor, yer yer kayanın yanından yürürken zaman zaman kayayı çevreleyen asfalt yoldan devam ediyorsunuz. Uluru’nun arka tarafında, Aborjinler tarafından kutsal olarak kabul edilen su göletleri var. Bu göletler bu çevrede yaşayan vahşi hayvanlar için de bir yaşam kaynağı. Bu gölet başında farklı yerlerde kurulmuş kameralarla bu vahşi yaşam park yetkililerince arşivleniyor.

Uluru Aborjin yerlileri halkı için en önemli spritüal yerlerin başında geliyor. Yılın belli zamanlarında binlerce yıldır sürdürdükleri geleneksel seremonilerini yapmaları için üzerine tırmanmalarına izinleri var. Anangu Aborijinleri, Uluru’ya tırmanılmasının kültür ve inançlarına aykırı olduğu için yasaklanmasını isterken Avustralya Federal Çevre Bakanlığı buna katılmıyor ancak ziyaretçilere kayaya tırmanmamalarını tavsiye ediyor.

Tırmanış güvenlik açısından oldukça riskli, çünkü dengenizi kaybettiğinizde düşerseniz kendinizi bulacağınız yer önce birkaç yüz metre aşağıdaki kızıl kayalar ve sonra da mezar olacaktır. Şimdiye kadar 35 üzeri ölüm olayı ve çok sayıda yaralanmalar kayda geçmiş.

Neredeyse 10 km olan bu yürüyüşümüzü 2,5 saatte tamamlayabildik. Çok yorulmuş olsak da Laurie ile birlikte Uluru’nun zirvesine tırmanmaya karar verdik, ancak daha o ilk yüz metrelik dik tırmanışta Hobit arkadaşım çöktü ve yerinden kalkamadı. İlk 500 metre olan kısım çok dik ve kayaya sabitlenmiş zincirlere tutunarak tırmanışı yapabiliyorsunuz. Çok sıcak ve çok rüzgârlı zamanlarda tırmanışa kapatılan bu kayaya inatla tırmanmaya çalıştım. Ben yukarıya ulaştıkça aşağıdaki insanlar ve park etmiş arabalar gittikçe küçülüyordu. Her aştığım tepe beni zirveye yaklaştırıyor gibi düşünsem de devamında karşımda yeni bir tepe ile karşılaşıyordum.

Neredeyse 10 km’lik bir yürüyüşün üzerine bir de 1,5 km’lik bu tırmanışı yaptıktan sonra o sonsuz kızıl çöl manzarasını bu yaşlı kayanın zirvesinden görebilmek inanılmazdı. Zirvede sert ve soğuk rüzgâr bazen öyle bir esiyordu ki ayakta durmak güçleşiyordu. Güneş hala bulutların arkasında olduğundan tüm manzarayı apaçık görmek mümkün olmadı. Zirvede fazla kalmak ve kayanın her bir köşesine ulaşmak isterdim ancak bugüne sığdırmamız gereken uzun bir yürüyüş yolumuz daha olduğundan acele bir şekilde aşağıya indim.

2 saate yakın süren tırmanış sonrasında oldukça bitkin bir halde aşağıya inip arabanın anahtarlarını Benjamin’e uzattım. Sonraki durağımız olan Kata Tjuta (The Olgas) ya doğru olan 30 kmlik yolu geçerken ben arka koltukta uyuyordum.

Day 323: Avustralya:68, Uluru (Ayers Rock), Yulara, 22 Haziran 2011

4 Yorumlar

Yanıt yaz

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz