Uzun saçları ve sigaradan sararmış ağarmış sakalıyla ortaçağ insanı görünümündeki şoförümüz bizi sabah daha gün doğmadan beni Coober Pedy tobüs durağına bıraktı. Dışarının sıcaklığı 2-3 derece olmasına rağmen içerisi buz gibi olan otobüsümüz birkaç beyaz ve bir grup Aborjinle birlikte Alice Springs’e doğru yola çıktı. 9 saat sonra Avustralya’nın göbeğinde hiçliğin ortasına kurulmuş Alice Springs kasabasındaydım.
Yolda birkaç yerde hem yolcu almak, hem de ihtiyaç için mola verdik. Bu yüzlerce kilometrelik yollarda herhangi bir yerleşim yok, sadece dinlenmek için yapılmış bazı cafe ve restoranlar var. Son olarak mola verdiğimiz öylesi bir yerde çok sayıda karavan, hayvan taşıyan ve arkasında 3 tane karoser olan kamyonlar ve çok sayıda araç vardı. Yine cafenin hemen yanında Avustralya yerel hayvanlarından emu çiftliği bulunuyordu. Sinekler ilginç, gelip suratınıza çarparmış gibi konuyorlar, oldukça da inatçılar.
Sabah 05:40’ta Coober Pedy’den başlayan yolculuktan 9 saat sonra nihayet Avustralya’nın göbeğinde, Alice Springs’teydim. Aborjinlerin Mparntwe olarak adlandırdıkları bu bölge, daha çok halk arasında The Alice olarak söyleniyor. Kuzey Eyaletinin bu 3. büyük kasabası, binlerce yıldır burada yaşayan Arrernte aborjinlerine ev sahipliği yapıyor.
Yüzde 75’i çöl olan Avustralya’nın coğrafik olarak merkezinde yer alan 30.000 nüfuslu Alice Springs kasabası, en yakın şehre ulaşmanız için hangi yöne giderseniz gidin 1500 km yol kat etmeniz gereken bir yerde bulunuyor, yani hiçliğin ortasında. Tipik bir çöl iklimine sahip olan çoğunlukla kuru bir iklime sahip, yaz ayları boyunca (Ekim ve Mart) hava sıcaklığı 40 dereceye ulaşıyor, kış aylarında ise (Mayıs-Eylül) bu sıcaklığı geceleyin -7’lerde görmek mümkün.
Kasaba çevresinde birer saat uzaklıkta olan dikkate değer birçok doğal oluşumlar bulunuyor. Çoğu gezgin için popüler olan Simpsons Gap, Standley Chasm, Ormiston Gorge, Glen Helen ve Palm Valley West MacDonnell Ranges bölgesinde bulunuyor. East MacDonnell Ranges bölgesinde ise Trephina Gorge, Ruby Gap ve tarihi altına hücum kasabalarından Arltunga bulunuyor.
Alice Springs’i aslında bu kadar önemli ve popüler yapan ise Avustralya’nın diğer çok bilinen bir sembolü olan Uluru’ya ev sahipliği yapması. Kings Canyon, Uluru, Kata Tjuta bu bölgenin en çok ziyaret alan yerleri. 30.000 yıllık tarihi ve kültürel geçmişi olan bu bölge Red Center olarak biliniyor.
YHA Hostelde rezervasyon işlerini hallederken daha önce Melbourne’de kaldığım hostelde tanıştığım Yeni Zelandalı arkadaşım Laurie geldi. Ben Tazmanya’ya geçtiğim de o da Great Ocean Road‘u takip ederek önce Adelaide ve sonra da Alice Springs‘e gelmişti ve Uluru’ya gitmek için burada beni bekliyordu. Doğrusu aksanından dolayı konuşmalarının yarısını anlamadığım bu hobit arkadaşım, hemen Alice Spring hakkında bilgiler vermeye başladı. Hostele yerleştikten sonra hobitin verdiği bilgileri değerlendirdim. Hani şimdiye kadar Avustralya pahalı derdim ama burası diğer her yerden çok daha pahalı.
Bu bölgede yer alan Uluru (Ayers Rock), Kata Tjuta (The Olgas) ve Kings Kanyonu’nu görmek için çok sayıda turist bu bölgeyi ziyarete geliyor. Uluru’ya iki gece üç günlük kamp turu organizasyonları 350$dan başlıyor. İki gün için üstelik uyku tulumuyla arazide kamp yaparak harcayacağınız bu parayla Asya’da bir ay, içerisinde duşu olan single bir odada kalabilirsiniz. Buraya gelmek masraflı olduğu gibi buradan ayrılmak da çok masraflı. Alice Springs’ten Cairns, Brisbane veya diğer şehirlerine uçmak 350AU$’dan başlıyor. Aynı şekilde bu şehirlerden de son durağım olan Darwin’e ulaşmak hem zor hem de oldukça pahalı.
Son planımız araç kiralayıp, bulabilirsek de eğer yanımıza 2 kişi daha alıp Alice Springs’ten Uluru’ya gidip 2 gün kamp yapıp geri dönmek. Önce hostelin bilgi panosunda seyahat planları bizimle uyuşan birilerinin notu var mı diye bakındık. Birkaç kişiyle telefonla veya mesajla görüştük. Kimisi ya gitmişti zaten, kimisinin de Uluru’dan sonra Adelaide gitme planları vardı. Biz ise Alice Springs’e geri dönüp sonra da doğu kıyılarına Brisbane veya Cairns’e geçeceğiz. Bir kaç gün yol arkadaşı bulalım diye beklemeye karar verdik.
Planlamalar sonrasında Alice Springs sokaklarında tur atmaya başladık. Todd Mall adındaki cadde üzerinde çok sayıda sanat galerisi sıralanıyor. Çarşı merkezinin dikkat çeken bir özelliği yok.
Aborjin sanatının öne özgü ürünleri bu kasabada üretildiği için burası aynı zamanda Aboriginal Art capital of Central Australia olarak da adlandırılıyor. Çoğunlukla Aborjin sanatına ait el ürünleri satan sanat galerileri ile dolu. Burada yüzlerce veya binlerce dolara satılan sanat ürünlerine ilham olan kültürün sahipleri hemen bu galerilerin önünde sokakta yaşaması yine ironik.
Sokaklarda, parkta, hemen her yerde evsiz Aborjinler var. Kimisi el yapımı resimler satıyor. Günü sokakta, parklarda bu çimlerin üzerinde geçirip, gece de nehrin üzerindeki köprünün altına geçip uyuyorlarmış.
Çoğu yalın ayak, 5 yaşlarında çocuk da görebileceğiniz gibi yetmişlerinde olan çok sayıda yaşlı da görebilirsiniz. Parkta küçük bir müzik grubunun açık hava konserini izledik biraz.
Gündüzün bu mevsimde dışarıda olmak çok sorun değil de, doğrusu gece bir iki derece olan havada nasıl yaşıyorlar merak ediyorum.
Day 319: Avustralya:64, Alice Springs, 18 Haziran 2011